15 Ocak 2008 Salı

Yaşam Kanıtı

Rehin Kalpler Kulübü...


Küçük bir Güney Amerika ülkesinde uluslararası bir müteahhitlik şirketinin baraj projesinde çalışmakta olan Amerikalı mühendis Peter Bowman, rastlantı sonucu, bir terörist örgütün yaptığı baskın sırasında kaçırılan insanların arasında kalır, üstelik kimliği öğrenilince rehin tutularak, karısından 3 milyon dolar fidye talep edilir.
Bu tür olaylarda uzman olarak, bir sigorta şirketi adına pazarlık ve kurtarma operasyonları gerçekleştiren Avustralyalı eski komando Terry Thorne yapılan başvuru üzerine çalışmalara başlamak üzereyken, her halükarda kurtarılması çok zor görünen Bowman için istenen fidyeyi ödememeye karar veren müteahhitlik şirketi, baraj projesini iptal ederek bu ülkeden çekildiğini ve mühendisin kurtarılmasını Amerikan Büyükelçiliği ile yerel güvenlik güçlerine bıraktığını bildirir, dolayısıyla Thorne’un çalışması da iptal edilir.
Yabancı olduğu bir ülkede yüzüstü bırakılan Bowman’ın karısı Alice, çaresiz kalarak bazı yerel arabulucularla işbirliği yapmayı dener ve tehlikeli bir para tuzağına düşer. Ama görür görmez Alice’ten etkilenen Terry, son anda geri dönerek onu kurtarır ve bu olayı kendisi adına üstlenmeye karar verdiğini söyleyerek teröristlerden gelecek telefonları beklemeye başlar.
O andan sonra, telefon ve telsiz görüşmeleriyle yürütülecek olan gerilimli fidye pazarlıkları boyunca, Alice ile Terry arasında açıkça dile getirilmeyen bir aşk ilişkisi küçük ve titrek adımlarla ilerlerken, teröristler tarafından bir dağ kampında aylarca rehin tutulan Peter, çok zorlu koşullarda ruhsal ve bedensel açıdan ayakta kalma mücadelesine girecektir...
Subay ve Centilmen’den yıllar sonra Şeytanın Avukatı’yla bir kez daha hayranlık uyandıran yönetmen Taylor Hackford, önceki çalışmalarına göre epey zayıf kalan bir filmle karşımıza çıkıyor. Aslına bakılırsa, temel karakterleri ve aralarındaki ilişkileri yansıtırken belirgin anlatım incelikleri sergiliyor, hatta özellikle finale doğru başlayan hareketli sahnelerin altından kalkmayı da sağlam ve sürükleyici bir teknikle başarıyor, ama ne yazık ki senaryodan kaynaklanan bazı boşlukları ve fazlalıkları aşmakta zorlanıyor. Hem fidye olayındaki bazı çözümler epey rastlantısal, hem de Peter’ın kızkardeşi gibi bazı yan karakterler gereksiz kalıyor ve yönetmenin atmosfer yaratma becerisiyle kurduğu inandırıcılığa rağmen filmi zedeliyor. Bazı gerçek olaylara dair haber ve araştırmalardan alınan ayrıntılar harmanlanarak Tecala adlı hayali bir ülkeye uyarlanan senaryo, heyecanlı bir gelişim çizgisini, karakterleri ihmal etmeden aktarırken, Alice ile Terry’nin ilişkisi biraz yüzeysel kalıyor, asıl iyi işlenen karakter Peter oluyor, onun yaşadığı zorlu süreç daha etkileyici hale geliyor. Ve bu noktada, oyuncuların başarısı öne çıkıyor, hele Casablanca çağrışımları yaratan dramatik final sahnesi, onlar sayesinde güçleniyor.
Zaten sorunlu bir evlilik yaşadığı kocası Peter için duyduğu endişenin acısına rağmen beklenmedik biçimde kendisine yakın destek olan Terry’ye ilgi duymaktan kendisini alamayan Alice rolündeki Meg Ryan ve mesleki alışkanlıklarına rağmen çekimine kapıldığı Alice’in kocasına kavuşması için hayatını ortaya koyacak kadar yoğun bir çaba içine girerken derin bir çelişki yaşayan Terry rolündeki Russell Crowe, yetenekleri ve perde hakimiyetleri sayesinde üstlerini düşeni yerine getirmeyi başarırken, son olarak Karanlıktaki Dansçı’da seyrettiğimiz usta oyuncu David Morse, karısına duyduğu sevgiyle direnci artan güçlü Peter karakterinde yine çarpıcı bir performans kaydediyor.
(Meraklısı için not: Alice ile Terry arasındaki ilişkinin adı konmadan yaşandığı halde son sahnede doruğa çıkan bir yoğunluk taşıması pek inandırıcı gelmiyorsa, bunun bir sebebi de, sonradan yapılan bir müdahale olabilir: Aslında bir sevişme sahnesi varmış, üstelik çekilmiş, ama Meg Ryan ile Russell Crowe arasındaki aşk ilişkisine dair haberlere malzeme olmaması için çıkarılmış!)

Hiç yorum yok: