15 Ocak 2008 Salı

Dönüş Yok

Dibine kadar...

Doğruya doğru, “nezaket”ten nasibini almamış bir film var karşımızda. Üstelik “merhamet” gösterdiği de yok. Karanlıktan, pislikten, şiddetten bahis açıyor, hem de sakınmasız, dolambaçsız, “dümdüz” göstererek...
Yanı başınızda bir adamın kafası un ufak olana kadar ezilerek öldürülmesine, gözünüzün önünde bir kadına tecavüz edilip öldüresiye dayak atılmasına ne kadar dayanabilirseniz, bu filmin yankısı kendisinden önce gelen o iki sahnesine de o kadar dayanabilirsiniz!
Burası önemli: Dayanılmaz olan, bir “cinayet sahnesi” ya da “tecavüz sahnesi” görmek değil, bizatihi bir “cinayet” ya da bir “tecavüz” görmek!..
Evet, nerdeyse o kadar sert! Sinema salonunu terk edecek kadar ya da bir süre sonra gözlerinizi perdeden kaçıracak kadar, hiç değilse kanınızın çekildiğini hissedecek kadar!..
Film, sanki seyircisine reva gördüğü bu muamelenin sonuçlarının da kendi sözünün bir parçası olmasını bekliyor: Cinayetten tecavüze, şiddetin bilumum şekilleri karşısında, ya sırtımızı dönüp kaçıyoruz, ya görmezden geliyoruz, ya da çaresizce acı çekiyoruz, her halükarda bir şey yapamıyoruz, elimizdeki tek imkan olabildiğince “sakınmak” belki: Bu da karşılaşacakları manzarayı duyup okuduklarından kestirerek “beni aşar” diye filme gitmemeye karar verenlerin tavrından yansıyor, ki yönetmenin özellikle bu tavrı müstehzi bir edayla alkışlamasına hiç şaşmam, çünkü nerdeyse filmin hayata dair esas cümlesi de böyle bir şey: “Dikkatli olun, kendinizi sakının!..”
(Beyaz Perde programında Mehmet Açar, filmi seyreden kadınların sokağa çıkmaktan bile korkar hale gelebileceğini söyledi, ki aynı şey erkekler için de geçerli olabilir! Bu açıdan filmin, özellikle modern şehir hayatı konusunda epeyce iç karartıcı bir “tehlikeli sokaklar” tablosu çıkarırken, mesela alkol, uyuşturucu ve cinselliğin birarada yaşandığı parti sahnesiyle “aşırılık”lara vurgu yapan “ahlakçı” bir bakış taşıdığı da söylenebilir!)
“Dönüş Yok”, bahsettiği birçok mesele bir yana, sinemayla da derdi olan bir film: Seyircinin, bizatihi kendisine dayanamayıp tepki duymasını göze alarak, sinemanın yaygın gösterme sınırlarını zorluyor!
Filmin, hemen hepsi kameranın sürekli sallandığı kesintisiz birer çekimden oluşan, çoğu doğaçlama oynanmış uzunlu kısalı 12 sahnenin sondan başa doğru sıralanmış olması gibi sıradışı bir yapı arz etmesi bir yana, cinayet de, tecavüz de, kesme yapmadan, çerçeve daraltmadan, tam da olduğu gibi, fiziksel ve ruhsal açıdan dayanılmaz bir şekilde uzun uzadıya gösteriliyor!
Sinemada “dayanılabilir” hale getirilirken hafifletilen meselelere, ağırlıkları iade ediliyor: Cinayet, evet işte, bu kadar korkunç! Tecavüz, evet işte, bu kadar iğrenç!
Sinemada da, medya da, hatta hayatta da, “uzak”tan bakıldığı ölçüde sineye çekilebilir olurken çok fazla gösterilerek de kanıksanmaya başlayan şiddet biçimleri, “vah vah” diye yazıklanıp geçilemeyecek kadar “yakın”dan gösteriliyor: Nerdeyse bütün film boyunca hiç durmadan koşturan, zaman zaman alenen savrulan, en sakin olduğu anlarda bile hemen hep omuz hizasında salınan kamera, sadece cinayet ve tecavüz anlarında yer seviyesine inip sabit kalıyor, “bir de böyle bak bakalım, kolayca geçiştirilebilecek, hafife alınabilecek konular mıymış bunlar?” dercesine...
(Tecavüz sahnesinden iki önemli ayrıntı: Tecavüz daha başlarken tünelin ucundan bir adam geliyor ama olayı gördüğü halde müdahale etmeden sırtını dönüp geri gidiyor! Az sonra mütecavizin altında acıyla kıvranan kadın titreyen elini kameraya doğru uzatıyor, sanki bizden -ya da yönetmenden?- yardım istiyor!)
Aslına bakılırsa, olay gelişimini sondan başa doğru akataran, “zamanın yıkıcılığı”, “suçların ve hataların geri alınamazlığı”, “küçük seçimlerin büyük sonuçları olabileceği” gibi herkesin kendine göre bulup çıkarabileceği temalara vurgu yapmanın yanı sıra, belli ki cinayeti ve tecavüzü gösteririrken henüz saldırganlarla da kurbanlarla da duygusal bir bağ kurmamış olmamızı, şiddet karşısında “salt şiddet” olarak tavır almamızı, tanıdığımız ve sempati ya da antipati duyduğumuz birinin değil, “herhangi bir insan”ın maruz kaldığı şiddete tepki duymamızı istediği için önce “sonuç”ları sonra “neden”leri gösteren, yani hikayesini “tersten” anlatan bir film için tuhaf gelebilir ama, bu “dümdüz” gösterme tavrı, filmin genel karakteri aynı zamanda: (Bir nevi cehennem tasviri gibi yansıtılan) Bir eşcinsel sado-mazo kulübünün isminin “Rektum”, bir pezevengin lakabının “Tenya” olması ne kadar “normal”se, sonunda (yani hikayenin en başında) Kubrick’in “2001” filminin afişindeki “The Ultimate Trip” (“Son Yolculuk” mu? “Son Hata” mı?) sloganının ısrarla gösterilmesi, kapı gibi harflerle “Zaman herşeyi mahveder” diye bir özlü söz yazılması da o kadar “doğrudan”...
Bu film “eğretileme”ler, “yan anlam”lar peşinde koşmuyor pek: Söyleyeceğini, yüzünüze karşı, bağıra çağıra söylüyor hakikaten, hem de şiddetin dibine kadar giderek!..
“Dönüş Yok”, hem söyledikleri hem de söyleyiş şekliyle birçok tartışmaya kapı açan, üzerinde çok konuşulabilecek bir film, ama her halükarda, yarattığı sarsıcı etkiyle, seyredenler için “unutulmaz” olacağı kesin!..

Hiç yorum yok: