15 Ocak 2008 Salı

Azınlık Raporu

Spielberg’ün muhalefet şerhi...


Gerçi kendisi basın toplantılarında başkan Bush’un iç ve dış güvenlik politikalarını desteklediğini belirtiyor ama, sanki Spielberg de filmdeki “kahin”ler gibi olacakları önceden görmüş, Amerika’nın hem kendi içinde hem uluslararası alanda “potansiyel suçlu avı”na çıkma ve “muhtemel suça ceza” kesme eğilimine gireceğini hissetmiş gibi, iki yıl önce Philip K. Dick’in tam da bu meseleleri merkezine alan bir bilim-kurgu hikayesini uyarlamaya karar vermiş, üstelik bugünkü sertleşmelere yol açan 11 Eylül saldırıları da yapılmadan önce, henüz Yapay Zeka’nın kurgu çalışmaları sürerken çekimlere başlamış ve doğrusu sözlü beyanlarında ne derse desin filmde “suç-öncesi” sistemine karşı çıkmış, hatta özgün hikayede olmayan bir “mutlu son” ekleyerek bu tavrını daha da açık hale getirmiş...
Kuşkusuz ki Spielberg, belki de bugün dünya çapında en çok tanınan ustası olduğu popüler sinemanın gereklerine uyarak, öncelikle seyircide merak ve heyecan uyandıran bir hikayeyi akıcı ve tutarlı bir anlatımla perdeye ektarmaya bakıyor: 2054 yılında, gündelik hayata dahil olan teknolojik gelişmeler dışında pek de değişmemiş olan Washington’da geçen bir gizemli polisiye yapısını öne çıkarıyor, ama her has sinemacı gibi (uyarladığı hikayenin yazarına da haksızlık etmeden) ele aldığı fikirlere yataklık eden yan hikayelere ve alt temalara uygun bir atmosfer kurarak filmine bir anlam zenginliği katmayı da ihmal etmiyor.
Görüntülere hakim olan soluk renkler ve loş ışıklar, “şık”lık olsun diye değil, kehanetler üzerine insanların işlemedikleri cinayetler nedeniyle tutuklanıp ortada henüz suç olmadığı için yargılanamadıkları halde “bitkisel hayata” mahkum edilerek tüplere kapatılabildiği bir dünyanın karanlığını yansıtmak için kullanılıyor. Keza, arabaların binalara tırmanabildiği bir dikey trafik akışının başladığı, polislerin sırtlarındaki jet motorlarıyla uçarak operasyona gidebildiği, kimlik belgesi yerine otomatik retina taraması yapılarak herkesin adım adım takip edilebildiği, bu sayede yol boyunca duvarlarda beliren reklamların da doğrudan bir kişiye seslenebildiği ve buna benzer birçok teknolojik gelişmenin gündelik hayata yerleştiği bir dönemde, kenar mahalle sokaklarında hala çöp yığınlarının olması, gökdelenlerdeki lüks evlerde nerdeyse herşey elektronikleşmişken yoksulların yaşadığı eski döküntü binalarda pisliğin kol gezmesi filan da boşuna değil, gelecekte birçok gelişme olacağını, ama temel meselelerin pek de değişmeyeceğini hissettiriyor, ki Spielberg’ün o eski iyimser ve çocuksu bakışının giderek geriye çekildiğini de hatırlatıyor bu.
(Gerçi, son iki filminde özellikle ana karakterlerini seyircinin özdeşlik kurmasını zorlaştıran bir soğukluk ve mesafeyle ele alması da bir değişimin ipuçlarından sayılabilir, ki nitekim özellikle Amerikalı eleştirmenler onun “Kubrickleştiğini” yazarken, kendisi de bizzat şöyle diyor: “Kariyerimin ilk yarısında seyirci kaygısıyla film yaptım, ama artık ciddi bir seyirci kitlesine hitap edecek öznel filmler yapmak istiyorum.”)
(Hadi, bir parantez daha: Kehanetlere dayanılarak işlemedikleri cinayetler nedeniyle tutuklanıp ortada henüz suç olmadığı için yargılanamadıklarından “bitkisel hayata” mahkum edilerek tüplere hapsedilen insanlar, size de potansiyel savaş ya da terörizm tehdidi gerekçe gösterilerek cezalandırılması düşünülürken “ambargo” politikalarıyla “izole” edilen ya da aynı anlayışla çoktan saldırılarak cezalandırılmış olan ülkeleri, hatta terörizm şüphesi üzerine gözaltına ya da sıkı takibe alınan insanları hatırlattı mı acaba?..)
Gene de, sinemanın temel ve çağdaş bütün olanaklarını büyük bir maharetle kullanabilen bir yönetmen olarak iyice ustalaşan Spielberg, bir anlatıcı olarak, ciddi meselelere daha yoğun olarak değinmeye başlasa da, başka yönetmenlerin muhtemelen bir teknik parıltı oalarak gözümüze sokmaya çalışacağı “gelecek tasarımları”nın detaylarını çok öne çıkarmadan (tek istisnası dramatik açıdan da önemli olan o devasa saydam bilgisayar ekranı, ki tasarımı da uygulaması da müthiş!), üzerine çok konuşulabilecek felsefi ve politik argümanlara fazla yüklenmeden, ama meraklısı için yeterince tartışma ve derinmleşme malzemesi sunarak, öncelikle sağlam bir kara film entrikası kuruyor, seyirciyi hareketli sahneleri kadar ince gelişmeleri de sıkı işlenmiş bir polisiye maceranın peşinden sürüklüyor. Aslına bakılırsa, hareketli maceraları sevdiği bilinir de, Spielberg deyince akla pek “polisiye” gelmez elbette, ama Komiser Kolumbo dizisinin 1971’de bir televizyon filmi olarak çekilen ilk macerasının da yönetmeni olduğu göz önüne alnırsa, yabancı sularda olduğu da söylenemez. Kaldı ki, Kubrick’i anmışken, belirtmekte fayda var, sinemada iyi bir anlatıcı için “tür” sınırı yoktur, eh, Spielberg de bu açıdan her zaman Kubrick gibiydi zaten...
(Filmin bütün oyuncu kadrosu çok sağlam, malum Spielberg titizliği ve yönetimi var zaten, ama Kubrick’ten sonra bu kez de Spielberg tarafından soğutulan Tom Cruise için özel bir not düşmeden edemeyeceğim: Güçlü bir oyuncu da olduğunu kanıtlamak üzere, sadece yakışıklı bir yıldız olarak akılda kalmasın diye midir nedir, son filmlerinde yüzünü ya deforme ediyor ya da saklıyor, Görevimiz Tehlike’lerde kılık değiştirme, Gözleri Tamamen Kapalı’da maske, Vanilla Sky’da trafik kazasında yanık, burada da geçici yüz felci!..)

Hiç yorum yok: