15 Ocak 2008 Salı

Çatışma Kuralları

Kaba propaganda...


Vietnam ve Körfez savaşlarında gösterdiği kahramanlıklarla saygınlık kazanan Albay Childers, Yemen’deki Amerikan Büyükelçiliğinin yerel protestocular tarafından kuşatılması ve kalabalığın arasından ateş açılması üzerine, emrindeki Deniz Piyadeleri birliğiyle, büyükelçi ve ailesini tahliye etmek üzere görevlendirilir. Ama operasyon sırasında üç askerinin göstericiler arasından ateş sonucunda ölmesinden sonra, kurallara rağmen “ateşle karşılık verileceğine dair uyarıda bulunma ve çocuklar ile kadınlar başta olmak üzere silahsız sivilleri uzaklaştırma” gereği duymadan, “işlerini bitirin” diyerek “açık ateş” emri verir.
Amerikan askerlerinin büyükelçilik binasının çatısından açtığı yaylım ateş sonucunda, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 83 Yemenli ölür. Bu katliamın uluslararası medyaya yansıması üzerine, Albay Childers askeri mahkemede yargılanmaya başlar. Kendisinin iddiası, kalabalığın arasından ateş açıldığı için çaresiz kaldığı, hakkında dava açan yetkililerin iddiası ise, kesin kurallara rağmen silahsız sivilleri gözetmediği için yaptığının “cinayet” olduğudur. Bu sarsıcı olayın Amerikan devletine mal edilmemesi için Childers’ın cezalandırılmasını isteyen Ulusal Güvenlik Sekreteri gerçekten de göstericilerin arasında silahlı kişilerin olduğunu gösteren güvenlik kamerası kayıtlarını yok ederken, Childers kendisini savunması için Vietnam’da hayatını kurtardığı hukukçu Albay Hodges’a başvurur...
Arap-Amerikan Ayrımcılık Karşıtlığı Komitesi tarafından, “bütün Arapları potansiyel terörist olarak ele alarak, üstelik pis insanlar olarak göstererek ırkçılık yaptığı” için kara listeye alınan Çatışma Kuralları, görüp görülebilecek en kaba propaganda ve en ateşli militarizm örneklerinden biri herhalde. Açıkça “kuralların canı cehenneme” diyen Albay Childers film boyunca ısrarla ve inatla “ülkesi için canını ortaya koyan büyük bir kahraman”, ona karşı çıkanlar ise ya sahtekar ya aymaz: Başkan yardımcısı yalancı bir politikacı (Bruce Greenwood bu rolün hakkını veriyor!), askeri savcı şirret bir hırs küpü (bu roldeki Guy Pearce filmin en kötü oyuncusu olarak pırıl pırıl parlıyor), büyükelçi nankör bir sünepe (böyle bir filmde oynamanın pişmanlığı Ben Kingsley’in yüzüne yansıyor)! Hatta kahramanın avukatlığını yapan Hodges bile, Yemen’de olay yerini inceledikten sonra arkadaşını suçladığı sırada saldırgan bir ayyaş haline geliyor...
Araplara karşı saldırgan bir ırkçılık sergilemekten hiç yüksünmeyen filmin, ülkesi adına “haklı katliam” gerçekleştiren Amerikan kahramanı olarak zenci bir albayı alması, ayrı bir uyanıklık örneği. Ataları ırkçılıktan çok çekmiş olan usta oyuncu Samuel L. Jackson, bu rolde oynarken acaba derin bir sızı hissetti mi?
Bir başka usta oyuncu Tommy Lee Jones ise, böyle bir filmde oynaması yetmezmiş gibi, alay edercesine, Yemen’de çoğunluğu teşkil ettikleri için Fas’taki çekimlerde figüran olarak kullanılan Berberilere “hayran kaldığını, herşeyin en doğrusunu yapmayı bilen insanlar olduklarını” söylemez mi?
Tecrübeli yönetmen William Friedkin, akıcı bir anlatım ve yer yer de gerilim oluşturmakta zorluk çekmiyor, hatta kendisini ne düşünüyor bilinmez ama, bu filmi Exorcist’ten daha korkunç!..

Hiç yorum yok: