15 Ocak 2008 Salı

21 Gram

Bırak dağınık kalsın...


İki kızıyla birlikte bir trafik kazasına kurban giden adamın kimsesiz kalarak çıkışsız bir acıya boğulunca evliliğindeki mutluluk sayesinde uzaklaştığı uyuşturucu belasına yeniden savrulan karısı Christina Peck, adamla kızlarına kamyonuyla çarpıp ölümlerine sebep olunca derin bir suçluluk duygusuyla kıvranmaya başlayarak kendisini kanunsuz işlerden kurtarmak uğruna bağnazca bağlandığı dinsel değerleri de sorgulayan eski mahkum Jack Jordan, ölen adamın kalbinin nakledilmesi sayesinde ölümden döndükten sonra bu hayati bağışı yapan kadına gizlice yaklaşarak aşık olunca onunla birlikte intikam ateşine tutuşan ve yaptığı kazayla üç can alırken bir bakıma kendisinin kurtulmasına da yol açmış olan adamın peşine düşen matematik profesörü Paul Rivers...
Paramparça Aşklar Köpekler filmiyle parlak bir çıkış yapan 41 yaşındaki Meksikalı yönetmen Alejandro Gonzalez Inarittu, yine hayatları bir trafik kazasıyla kesişen üç insanın hikayesini anlatıyor, üstelik yine o filmdeki gibi dağınık bir kurguyla, ama bu kez daha da karmaşık bir parçalama üslubu kurarak: Paramparça’da üç hikaye kesişme anına kadar dağınık şekilde içiçe geçse de kendi içlerinde zaman sıralamasına göre ilerliyordu, ama 21 Gram’da hikayeler hem içiçe geçiyor hem de kendi içlerinde zaman sıralaması kırılarak perdeye geliyor, olayların gelişimi bir nevi hafıza dağınıklığı gibi mantıki bir akış dışında bir baştan, bir sondan, bir ortadan gelen küçük parçalarla yavaş yavaş bütünlüğe kavuşuyor. Doğrusu bu üslubun, hem seyirciyi fazla zorlaması, hem de filmin hızını düşürmesi yüzünden gereksiz bir biçimcilik gibi görülmesi mümkün, ki bu yönde eleştiriler de yazıldı, ama eğer kendinizi o yoğun keder hissine kaptırırsanız, bunun aslında çok ağır bir travma yaşamış insanların zihinsel ve duygusal parçalanmışlığını yansıtan bir anlatım olduğunu farkediyor, içinde bulundukları ruh halini paylaştıkça bu gidip gelmeleri mazur görüyorsunuz...
Tema ve atmosfer açısından, 21 Gram’la birçok film arasında benzerlikler ya da akrabalıklar bulunabilir, ki Milliyet’te Alin Taşçıyan mesela Elveda Las Vegas ve Kesişen Yollar (Monster’s Ball) gibi filmlerle ‘uzaktan akraba’ olduğunu yazdı, hatta ayrıca evlat kaybı ya da intikam meseleleri üzerinden Ayışığında ya da Yatak Odasında filmleri de anılabilirdi, Hürriyet’te Ömür Gedik de anlatım yapısı açısından Akıl Defteri, Tanrıkent ve Olağan Şüpheliler’le benzerlik taşıdığını belirtti. Ama ben, karısını kaza sonucu kaybeden bir adam ile karısının kalbinin nakledildiği genç kadının birbirlerine aşık olduğu Bana Geri Dön (Return to Me) filmini özellikle hatırlatmak isterim. Gene de, 21 Gram’ın hikayesi ilerledikçe seyircinin aklına ve yüreğine sızdırdığı matem, suçluluk, pişmanlık, intikam, umut, bağışlama gibi kat kat açılan temalar yelpazesiyle özel bir film olduğunu da teslim etmek gerekir. Kaldı ki, yönetmen Inarittu, bir çocuklarını kaybetmiş olmanın etkilerini taşıdığını söylediği bu filmi karısına ithaf etmiş, nitekim son jenerikte yer alan not dışında bir işaret daha var: Vicdan azabına dayanamayarak hapishanede intihar etmeye çalışan Jack Jordan’ı son anda kurtaran şişman mahkumun kolundaki dövme, Inarittu’nun karısının ismi: Maria Eladia...
21 Gram, hikaye kurgusunun yanı sıra sinemasal dünya açısından da Paramparça’yla birinci dereceden akrabalık taşıyorsa, bu elbette yönetmenin birlikte çalıştığı aynı temel ekibin imzasını taşıyor olmasından geliyor: Inarittu, belli ki kendi fikir ve duyarlılıklarını yansıtacak kadar sıkı bir işbirliği kurduğu senaryo yazarı Guillermo Arriago’nun kaleminden çıkan durum ve diyalogları, görüntü yönetmeni Rodrigo Prieto’nun yakınlık hissi sağlayan hafif bir titreklik vererek tamamen omuz kamerasıyla saptadığı kasvetli çerçeveler ile soluk renklerin hakim olduğu görüntüleri, besteci Gustavo Santaolalla’nın gergin ve hüzünlü müziklerini, hikayesinin getirdiği boğucu keder ve kavurucu gerilim atmosferinin ana malzemeleri olarak çok iyi kullanıyor...
Ama belki de en iyi kullandığı malzeme, oyuncularının yüzleri, ki fazla lafa lüzum yok, Benicio Del Toro’da Jack Jordan’ın sertliğini ve kırılganlığını, Sean Penn’de Paul Rivers’ın bunalımını ve savruluşunu, Naomi Watts’ta Christina Peck’in iç kanamasını ve öfkesini, bir an bile duygu bağını koparmadan buluyor, seyirciye de hakkını vererek yansıtıyor. Bu kesintisiz yoğunlaşmada, kuşkusuz filmin çekimlerinin zaman sıralamasına göre yapılmış olmasının da payı var: Olay akışı perdeye karmakarışık geliyor, ama oyuncular karakterlerin ruhsal yolculuğunu baştan sona çizgisel bir gelişime bağlı olarak canlandırmışlar...
21 Gram, kendi ülkesinde çektiği Paramparça’yla mütevazı koşullar altında da çarpıcı ve yenilikçi filmler yapılabileceğini gösteren Meksikalı yönetmen Inarittu’nun, Amerika’da ünlü oyuncularla çalışma şansı bularak 20 milyon dolar gibi Hollywood için ortalamanın altında sayılabilecek bir bütçeyle gerçekleştirdiği, seyirciden sabır ve dikkat isteyen ama bunun karşılığını vermeyi de ihmal etmeyen, ağırlığı isminin çok üzerine çıkan bir film...

Hiç yorum yok: