Duygusal katiller...
Ne yalan söyleyeyim, bazen meslektaşlarım için hakikaten üzülüyorum, insan sinemayı bu kadar çok sevsin, ama bir filmi şöyle keyifle seyredemesin, adalet mi bu?..
‘Kill Bill’in ikinci kısmı için ülkemizde ve dünyada yazılan bazı eleştirilere baktım da, özellikle yabancı sinema dergilerinin pek meraklı olduğu türden ‘deşifre’ yazılarının etkisinde kalınca, filmi huzur içinde tadını çıkararak seyretmek yerine, gönderme yakalama, simge saptama, anlam çıkarma çabasına girmek, hatta daha önceki filmlerine bağlı olarak yönetmen hakkındaki fikirlerine uygun ayrıntıların peşine düşmek, eleştirmenleri habire bazı anlara kilitlenmeye, olmadık şeyleri kafaya takmaya, sonra da bu noktalara dikkat çekmek için, filmi lüzumsuz ‘süsleme’lerle tıkabasa doluymuş gibi göstermeye itiyor...
Kendi adıma, eleştirmenlerin düştüğü bir takım notların yanı sıra, tanıtım niyetine yazılan bazı ‘aydınlatıcı’ haberlerin de gazına gelerek, basbayağı önyargıyla seyretmeye başladım filmi, Allahım kimbilir nasıl ağır diyaloglar, sıkıcı monologlar, boğucu yakın planlar, hikayeden ziyade yönetmenin kendi efsanesine hizmet eden arkası gelmez göndermeler ve simgeler, falan filan, böyle bir koca yumak bekliyorum, fakat seyrettikçe rahatlıyorum, çünkü film güzel güzel ilerliyor...
Evet, ilkindeki gibi çarpıcı dövüş koreografileri yok ‘Kill Bill’in ikinci kısmında, Tarantino gayet mahir olduğu farklı kurgu numaralarına pek girmiyor, mesela araya bir çizgi-film sekansı koymak gibi müthiş uçuşlara da çıkmıyor, ama yine tıkıt tıkır yürüyen bir görsel yoğunlukla, bazen geçmişe dönse de çoğunlukla çizgisel bir anlatımla, hikayesine ve karakterlerine yeterince alan açarak, sahneleri sıkıcılığa düşmeden lezzetini geliştire geliştire uzun tutmayı becererek, Gelin’in intikam macerasını tamamlıyor.
Yazılıp çizilenlere aldırmayın, ne Gelin ile Bill’in açılıştaki konuşması, ne Bill’in Superman tiradı o kadar uzun, ne hareket ne de gerilim düşük, ne de gönderme ya da simge bolluğundan geçilmez bir yapı var, aksine Tarantino gayet kendinden emin biçimde, meraklısının zevk alacağı zenginlikleri ihmal etmese de filmi boğacak kıvama getirmeden, hakikaten beklenmedik bir finale doğru heyecanlı bir üslupla yürüyor...
Elbette, mesela Gelin’le Bill’in düğün kilisesi önündeki buluşmasında ayak planlarıyla desteklenen gerilimde kovboy klasiklerinin, Pai Mei’nin Gelin’i eğittiği sahnelerdeki ani kamera hareketlerinde eski karate filmlerinin havasını hissetmek filan mümkün, ama bunlara hiç takılmasanız da, derinliği kendinden gelen bir film var ortada: Üstelik, ilk filmde hikayeyle yeterince beslenmediği için sonuç olarak bir ‘gösteri’ kıvamında kalan bütün o dövüşlerden sonra, Gelin’le Elle Driver’ın lüzumsuz bir mide bulandırıcı ayrıntıyla biten karavandaki kapışması dışında, bu kez daha çok gerilim yüklenmiş bir macera yapısı ağır basıyor, mesela Gelin’in diri diri tabuta konulup toprağa gömüldüğü ya da Bill tarafından niye onu terk ettiğini anlatmaya zorlandığı sahneler akılda kalıyor, karakterlerin gelişmesiyle etkileyici bir kadın-erkek hikayesi, Gelin’le Bill’in nihayet şaşırtıcı biçimde karşı karşıya geldiği bütün bir final bölümünde öne çıkıyor...
Uma Thurman, çeşitli eziyetlere maruz kalan, duvardan duvara savrulan, sık sık yüzü gözü kan revan içinde kalan, ama sonunda duygusal bir şaşkınlık ve ikilemle daha büyük acı çeken Gelin karakterini, rolün fiziksel zorluklarının altından başarıyla kalkması bir yana, bu kez iyice derinleştiriyor. David Caradine, ihanete bir katilin öfkesiyle karşılık veren aşık patronda döktürüyor, hele “Seni vurduğumda sana ne olacağını biliyordum, ama bana ne olacağını bilmiyordum” dediği ya da kendi sonuna ‘hazır’landığı anlar yüreğe işliyor, tabii “Sen başka biri olmaya kalktın” konuşmasını saymıyorum bile! Michael Madsen, sıkı bir katilin ayak işlerine baktığı kulüpte ezilirken yaşadığı sıkıntıyı da, öldürmekte tereddüt yaşamasa bile sadistik olamamasını da, para hırsının kurbanı olmasını da, sahicilikle yansıtıyor! Daryl Hannah, harbi bir ‘ölümcül kadın’ olarak gayet sert ve hızlı biçimde filme girip çıkarak toz duman kaldırıyor! Michael Parks, o görmüş geçirmiş Estefan rolünde filmin en sıkı sahnelerinden birine ‘serin’ tavrıyla damgasını vuruyor!..
‘Kill Bill’, bütün o kanlı dövüşlerden, bol göndermeli üslup gösterilerinden sonra, vardığı sarsıcı final itibariyle, belki de Tarantino’nun en duygusal filmi aynı zamanda...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder