Yakıcı bir aşk bu...
Ernest Hemingway ya da Henry Miller’ın takipçisi olmak hayaliyle geldiği Paris’te, “cinsel olgunluk ile çocuksu saflığın şaşırtıcı bir karışımı”nı bulduğu çekici Fransız dilber Mimi’yle tutkulu bir aşk yaşamaya başlayan Amerikalı amatör yazar Oscar, amcasından kalan mirasın verdiği rahatlıkla, yoğun ve sapkın bir cinsellikle ilerleyen bu ilişkinin tadını çıkarmaktan başka bir şey düşünmez hale gelir. Ama “çok muhabbet tez ayrılık getirir” ve bir gün “büyü” aniden bozulur!..
Oscar, acımasız bir tutumla, Mimi’nin hayatından çıkmasını ister. Genç kadının her şeyi kabullenmeye razı olup yalvarması üzerine, bir tarafın zaafı diğerine kesin bir üstünlük verdiği için, ilişki daha da yaralayıcı hale gelerek devam eder. Her fırsatta aşağıladığı Mimi’yi bir süre sonra kesinkes terkeden ve “o güne dek kaçırdığı her şeyi yakalamak” hırsıyla çok hızlı bir “gece hayatı”na dalan Oscar, bir şafak vakti, iki kadınla eve giderken, bir arabanın altında kalır. Bacakları kırılan Oscar’ı hastanede ziyaret eden Mimi, geçmişin intikamını alma fırsatını kaçırmaz ve onu yataktan düşürür. Kötürüm kalan Oscar, beklenmedik bir anda zayıf duruma düşünce, acımasız olma sırası Mimi’ye gelmiştir!
İlişkinin seyri giderek iyice değişir ve “doymak bilmeyen tutkuları”, onları hep “bilinmeyene” doğru sürükler. Avrupa’dan Uzakdoğu’ya yapılan bir gemi yolculuğu sırasında, Oscar’ın bütün ilişkilerinin öyküsünü en ince ayrıntısına kadar anlattığı ve bu süreçte Mimi’ye tutulan genç İngiliz Nigel ile karısı Fiona, farketmeden, onların yürüdüğü “son”un “şahit”leri olacaktır!..
Polonyalı usta yönetmen Roman Polanski, “Acı Ay”da, aşkın ve cinselliğin karmaşık dünyasında dolaşarak, “her zaman sürüp giden evrensel bir sorun” dediği kadın-erkek ilişkilerini ele alıyor. Isırıcı bir mizah duygusu ile kışkırtıcı bir erotizmi, koyu bir atmosferde birleştirerek, Oscar ile Mimi’nin beraberlikleri üzerinde, yaşadıkları “uç” deneyimler bir yana, şaşırtıcı bir “aşk haritası” çıkarıyor: Gelgitleri, “zevk”leri ve “acı”larıyla, o karmaşık “kimya”sıyla, sado-mazoşistik “rol”leriyle, önce yücelten sonra kahreden süreciyle, “tipik” bir aşk bu; ama Polanski’nin birikimli ve incelikli bakışı, filmi tipik olmaktan çıkarıyor, boyutlu ve çarpıcı bir yapıt, çağdaş bir trajedi haline getiriyor.
Oscar rolündeki Peter Coyote etkileyici bir portre sunarken, Polanski’nin “Frantic”te de birlikte çalıştığı karısı Emmanuelle Seigner’in yanısıra, bugünün parlak “romantik komedi” yıldızlarından Hugh Grant ve “İngliiz Hasta”yla çıkış yapan Kristin Scott Thomas da çok başarılı bir oyunculuk sergiliyor. Fellini filmleriyle tanındıktan sonra “Bir Zamanlar Amerika” ve “Gülün Adı”nda da ustalığını gösteren görüntü yönetmeni Tonino Delli Colli ve “Ateş Arabaları”ndan “1492”ye kadar birçok filme unutulmaz melodiler veren Oscarlı besteci Vangelis de, “Acı Ay”ın atmosferine belirgin bir katkıda bulunuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder