15 Ocak 2008 Salı

Konuş Onunla

Konuşan erkekler, suskun kadınlar...

Muhtemelen büyük bir memnuniyetle karşıladığı “İspanyol sinemasının kitsch kralı” gibi sıfatlarla anılmasına yol açan alev alev renklerle bezeli şatafatlı görsel üslubu ve sıradışı karakterler üzerine kurduğu şaşırtıcı hikayeleriyle dikkat çeken özgün sineması bir yana, Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar’dan Yüksek Topuklar’a, Kika’dan Annem Hakkında Herşey’e, temaları ve duyarlılığı nedeniyle bir “kadın yönetmeni” olarak da tanınan Pedro Almodovar, belki de ilk kez merkezini tamamen erkeklerin oluşturduğu bir film yapıyor, ama esas olarak onlar üzerinden yine kadınların dünyasını da perdeye getiriyor...
Doğruya doğru, dünyada da birçok eleştirmenin tespit ettiği gibi bu kez iyice “sakin” ve “sade” bir Almodovar filmiyle karşı karşıyayız aynı zamanda: Mizahı biraz acılaşmış, renkleri epey yumuşamış, dokunaklılığı daha da öne çıkmış...
Almodovar bu kez, iki erkeğin, sevdikleri kadınların çevresinde gelişen arkadaşlıklarını anlatırken, kadınlarla ilişkilerini de geriye dönüşlerle aktarıyor:
Gizlice takip edip uzaktan uzağa aşık olduğu dansçı Alicia bir trafik kazasından sonra bitkisel hayata girip ellerine teslim edilince onun bağımlılığı sayesinde kendi kendine tutkulu bir bağlılık geliştiren hasta bakıcı Benigno ve henüz yaraları kapanmamış eski bir aşkın beslediği endişelere rağmen ilişkiye girdiği matador Lydia’nın bir boğanın boynuz darbeleriyle komaya girdikten sonra başında bekleyen seyahat rehberleri yazarı Marco...
Karşı cinse has görülen mesleklere sahip insanlar: Bir kadın matador ve bir erkek hemşire...
Bedenleri yatağa mahkum kalan bedensel mesleklere sahip iki kadın: Bir matador ve bir dansçı...
Yanılsamaların ve yalanların damga vurduğu ilişkiler: Marco, Lydia’nın komaya girmeden hemen önce eski sevgilisine dönmüş olduğunu sonradan öğreniyor, Benigno ise, ilgisinden bihaber olan Alicia’yı arzu nesnesi haline getirerek tek taraflı bir ilişki kuruyor...
Görüldüğü üzre, artık trajediye daha yakın durduğu için durulduğu sanılsa da, Almodovar yine sıradışı kişilerle ve durumlarla ilgileniyor aslında, onları anlayış ve sıcaklıkla kavrayarak kabul ettirmeyi ihmal etmeden, derin ve sert meselelere el atmaktan çekinmeden: Yalnızlık, bağlılık, iletişimsizlik, kimlik karmaşası...
Mizahı biraz acılaşmış demiştim ya, bir sohbet programı sunucusunun stüdyoyu terk etmeye kalkan konuğu Lydia’nın kollarına yapışarak sürüklenmesini ya da Benigno’nun bitkisel hayattaki Alicia’yla evlenme isteğini “Birçok evli çiftten daha iyi anlaşıyoruz” diye savunmasını ve Marco’nun “İnsanlar çiçeklerle de konuşur ama onlarla evlenmezler” diye itiraz etmesini kast etmiyorum sadece, şu yedi dakikalık siyah-beyaz ve sessiz “film içinde film”, belki de bu açıdan bir doruk noktası: “Küçülen Aşık” bölümü, kendi başına traji-komik olmanın ötesinde, Benigno’nun sonradan ortaya çıktığında filmin hüzün tonunu da koyultan suçunu örterken Freudyen çağrışımlarla simgeselleştirerek gösteriyor da aslında, tecavüzün aslında bir acz belirtisi, temelde bir zavallılık olduğuna değinerek...
(Bu arada, filmin isminin bile doğrudan tartışmaya açtığı meseleye değinmeden geçmemek lazım, hazır şu Benigno ile Marco arasındaki konuşmayı anmışken: Sahi, bir reklam filmi dolayısıyla bir ara değinilmiş olan “Kadınlar çiçektir, değilse bile olmalıdır” yaklaşımını da tartışmaya açmıyor mu bu film? Malum, söylediklerine ister istemez hep tepkisiz kalan, yaptıklarına müdahale etme şansı bulunmayan bir kadınla konuşuyor Benigno, üstelik bunu da bir nevi “ideal ilişki” gibi değerlendiriyor, gayet iyi anlaşan bir çft onlar, erkek konuşuyor ve yapıp ediyor, kadın susuyor ve duruyor!)
Ama bu eleştirel bakışına rağmen, bütün karakterleriyle duygudaşlık kurmaya çalışan Almodovar, en nihayetinde sapkın ve suçlu bir adam olan Benigno’ya da seyircinin hoşgörüyle bakmasını sağlayacak bir sıcaklık kurmaktan imtina etmiyor: Yargılamaktan ziyade anlamaya çalışan bir yönetmen tavrını koruyor...
Almodovar, seyirciden özellikle ilk yarıda epey sabır beklemeyi de göze alarak yavaş ama emin adımlarla ilerleyen bir anlatım kurarken, giderek filmin yoğunluğunu da arttırarak seyirciyi kendi dünyasına çekmeyi başarıyor...
(Ayrıntıların lezzetini yakaladığı iki nefis sahneyi, Benigno tarafından yıkanıp temizlendikten sonra Alicia’ya hasta kıyafeti giydirilmesini ve Lydia’nın arenaya çıkmadan önce özenle geleneksel matador kıyafetine büründürülmesini özellikle hatırlatarak, daha önce bambaşka bir atmosferde gelişen ‘Diğerleri’ filminde de çok etkileyici bir iş çıkarmış olan görüntü yönetmeni Javier Aguirresarobe’nin katkısına dikkat çekmek isterim...)
İletişim ve ilişki ihtiyacının fiziksel engelleri ayırıcı unsurlar olmaktan çıkarabildiğini alttan alta hissettiren pencere ve camları incelikle kullanırken (Benigno, Alicia’yı dans salonunun karşısındaki evinin penceresinden seyrederek tutkusunu besliyor, Marco onu hapishanede ziyarete gittiğinde kalın bir camın arkasından görüşürlerken yakınlıklarını hissediyorlar), ilginç bir dostluk imgesi de yakalıyor: Hapishanedeki görüşmede, Marco ve Benigno’nun camdaki yansımaları birbirlerinin yüzünün üzerine düşüyor...
Almodovar’ın oyuncularından gayet iyi verim aldığı aşikar, künyede ismi geçenlerin hepsi belirgin bir etki yaratıyor, ama Benigno rolündeki Javier Camara özel bir övgüyü hak ediyor: Cinsel kimliği bulanık kalan bu adamı, hem jest ve mimikleri hem de konuşma biçimiyle baştan sona kadar tutarlı olarak ince bir çizgi üzerinde canlandırıyor...

Hiç yorum yok: