14 Ocak 2008 Pazartesi

Oyun Evi

Oyun içinde oyun…



Fazlasıyla tuzaklı bir film Oyun Evi… Sürekli aldatılıyorsunuz. Muzip bir oyunun kurbanı hep siz oluyorsunuz, aslında tüm o üçkağıtların başkalarına tezgahlandığını sanırken. Yönetmen her şeyi ciddi ciddi anlatıyor ve sonunda birden kafasını uzatıp “kandırdım” diyor sanki…

David Mamet birçok tiyatro oyunu ve senaryo yazmış daha önce. Bunların içinde en çok, ünlü Postacı Kapıyı İki Kere Çalar ve Karar gibi polisiyeler dikkati çekiyor; son olarak da adından çokça söz ettiren Dokunulmazlar… Mamet, dolayısıyla epey tecrübe kazanmış olduğu polisiye türünün olay dokusuna uygun bir yapı kuruyor filmine. Entrikalarına seyirciyi hazırlıyor ve yavaş yavaş gerilimli atmosferine alıyor. Başlardaki kumar sahnesinde, bayağı ustaca kurduğu gerilime sizi de ortak ettikten sonra, birden karşılaştırdığı sürprizin ardından, artık “gerçek” olaylar beklemeye başlıyorsunuz. Yönetmen de, bu beklentinize cevap verip, kısa bir süre için gayet “normal” şeyler gösteriyor: Üçkağıtçı Mike, kadın psikiyatrist Dr. Margaret Ford’a işinin sırlarını açıklıyor, sonra (biraz da zorla) yatıyorlar, vs… Ardından Mamet, ikinci büyük entrikasını getiriyor. Ve bu kez en büyük oyununu oynuyor. Ya sizi kandırarak istediğini becerecek, ya da siz her şeyin farkına varıp tuzağa düşmeyeceksiniz. Yani, filmin inanılabilir şekilde sunulan “imkansız” olaylarıyla baş başasınız…

Oyun Evi, aynı zamanda küçük ipuçlarına dayanıyor. Türkçeye aktarıldığında değerinden biraz kaybeden iki sözcük oyunu var örneğin: Dr. Margareth Ford, hayatından bahsederken “yaşadığım mutluluklar” (pleassures) yerine, “baskılar” (pressures) çıkıyor ağzından… Bir hastasının, babasından gördüğü cinsel baskıları anlatırken “onun babası” (her father) diyeceği yerde, “benim babam” (my father) diyor. Bunlar, film ilerledikçe belirginleşen, Ford’un kişiliğinin diğer yüzünün birer ufak ipucu ve Mamet’in başarıyla kattığı psikolojik boyutunun parçaları (bu parçalara ek olarak, Margareth’in çaldığı çakmakları, çakıyı, tabancayı da gösterebilirsiniz)… Daha sonra, Mike meslek sırlarını anlatırken, Ford’un ağzından verilen “iyi insanları aldatamazsınız” sözleri, yine onun kendi kişiliğine gönderme, çünkü o her defasında aldatılıyor…

Buraya kadar verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı gibi, Oyun Evi oldukça kurnaz ve muzip bir senaryodan kaynaklanıyor. Mamet, bu kurnazlıktaki başarısını, daha ilk filmi olmasına karşın, yönetmenlikte de gösteriyor ve ortaya görselliği, ritmi, oyuncu yönetimi vs. ile istenilen atmosferin neredeyse birebir kurulduğu bir film çıkarıyor. Burada, tecrübeli görüntü Juan Ruiz Anchia’nın da katkısı büyük şüphesiz, kamera hareketleri ve renk seçimiyle filmin iç-geriliminin sürekliliğini destekliyor.

Üçkağıtçı Mike rolündeki Joe Mantegna öylesine inandırıcı bir oyun veriyor ki, işte onca kandırmacanın sorumlusu da o oluyor: Hem Margareth’i, hem sizi kandırıyor. Özel hayatında Mamet’in karısı olan Lindsay Crouse ise filmin temel taşı; o donuk yüzü ve vurgusuz konuşmaları ilk bakışta ifadesiz geliyor, ama zamanla tüm ifadenin orada yattığını anlıyorsunuz. Filmin her büyük dönemecinde, onun “iyilik” ile “kötülük” arasında gidip gelen yüzünü görmemiz ya da hissetmemiz boşuna mı?

Hiç yorum yok: