Sabrın sonu felaket...
124 kişinin öldüğü korkunç bir tren kazasından sağ çıkan tek kişi, yaralanmak bir yana, sıyrık bile almadan kurtulan David Dunn olur. Philadelphia’da bir stadyumda güvenlik görevlisi olarak çalışan David, iş görüşmesi için gittiği New York’tan dönerken geçirdiği bu kazanın ardından, doktorlar dahil kimsenin inanamadığı olağanüstü kurtuluş hikayesiyle medyanın ilgisini çekerken, kendisi de şaşkınlık içindedir. Arabasının üzerine bırakılan imzasız bir not, aklını daha da karıştırır: “Hayatında kaç kere hasta oldun?” David hatırlayamayınca, ilişkileri artık ayrı odalarda yatacak kadar kopmuş olan karısı Megan’a sorar, ama o da hatırlayamaz, belki de David hayatı boyunca hiç hasta olmamıştır! Bir süre sonra David, o notu bırakan esrarengiz adamla karşı karşıya gelir: Doğuştan gelen “cam hastalığı” yüzünden bütün hayatı acılar içinde geçen, en küçük darbede kırılan kemiklerinin defalarca yatağa ya da tekerlekli iskemleye mahkum ettiği Elijah Price, klasik çizgi-romanların çok değerli ilk baskılarını satan bir sahaftır. David’in kurtuluşunu “kutsal bir görev için ölümsüz olarak dünyaya yollanmış” olmasına bağlayan Elijah, kazalara dair tuhaf istatistik bilgileri aktararak sorduğu sorularla onu rahatsız eder. David’in bu buluşmaya giderken yanına aldığı 12 yaşındaki oğlu Jeremy ise, duyduklarından o kadar etkilenir ki, babasının ölümsüz olduğuna inanarak onu silahla vurmaya bile kalkar. David, o andan itibaren bütün hayatını yeniden değerlendirmeye ve kendisini sorgulamaya başlayacaktır...
Baştan itibaren heyecan ve merakla sürüklenen seyirciyi, sonunda hiç beklenmeyen bir şaşkınlık yaratarak tokat yemişe çevirmek!
Yalnızca finaliyle değil, bütünüyle çarpıcı bir film olan Altıncı His’te bu yöntem çok sağlam biçimde uygulanmış ve büyük bir başarı olarak alkışlanmıştı, ama Ölümsüz bir devam filmi olmasa da, yine Night Shyamalan yönetiminde Bruce Willis’in oynadığı gizemli bir fantastik-gerilim filmi seyrettiği için bu kez de aynı türden bir “şok” bekleyen seyirci, sonunda hakikaten çok zayıf kalan bayat bir “sürpriz”den ötesini göremiyor, bu da film hakkındaki izlenimleri altüst ediyor!
Oysa haksızlık etmemek lazım, oraya kadar ilgiyi ayakta tutmayı başaran bir anlatım var. Film çok ağır ilerliyor, bir nevi hayalet ifadesiyle dolaşan David’in bunalımı seyirciye pek de kolay geçmiyor, belirsizlikler biraz fazla geliyor, ama gene de özel efekt desteğine ihtiyaç duymadan gerilim hissettiren, görüntü ve müzik çalışmasının yoğun katkısıyla kurulan etkileyici bir atmosfer içinde, güçlü oyuncuların canlandırdığı karakterlere ağırlık veriliyor: Hayatından tatmin olmayan sıradan bir adamken kutsal bir görev için seçilmiş bir insan olma ihtimali karşısında şaşkına dönen David (muzip edasını ne yapacağını bilemeyen bir adamın hüzünlü ifadesine dönüştüren Bruce Willis), bedenindeki korkunç arazın acısıyla büyük bir öfke biriktiren ve zekasını nefretle bileyen Elijah (kendi karizmasını canlandırdığı her karaktere giydirmeyi beceren Samuel L. Jackson), artık aşkının tükendiği kocasının yaşadığı inanılmaz olayın ardından evliliğine yeni bir şans tanırken tereddüt içinde kalan Megan (Leaving Las Vegas ve Message In A Bottle filmlerinin güzel ve başarılı yıldızı Robin Wright Penn), kaybetmekten korktuğu babasının olağanüstü özelliklerine ümit ve gururla haddinden fazla inanan Jeremy (daha önce Çifte Tehlike ve Gladyatör’de seyrettiğimiz yetenekli çocuk oyuncu Spencer Treat Clark)...
Ama filmi asıl sürükleyen “Acaba sonunda ne çıkacak?” sorusu olunca, sabırla beklenen finalin yetersizliği ciddi bir açmaz haline geliyor. Altıncı His’te hayranlık uyandıran yönetmen Shymalan, yine benzer bir atmosferle, sessizlik anlarından çekinmeden, karakterlerin duygusal karmaşalarına yoğunlaşarak sakin bir gerilim kurduğu bu filminde, ne yazık ki “cepten yemek”le yetiniyor! Önceki filmde kurulan tuzaktan keyif alan seyirciler, bu filmi de aynı türden bir tuzak bekleyerek seyrediyor, ama sonunda patlatılan numara, anlatılan hikayeyi berhava edecek kadar fos çıkınca, yaşanan hüsran büyük oluyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder