“www.acayipiyibirfilm.com”
Birkaç aydır sinemalarda gösterilen o çarpıcı tanıtımı görenler, filmin web sitesi adresindeki “Matrix nedir” sorusunun cevabını, herhalde kısaca da olsa biliyorlardır artık: “Bütün insanlığı pil haline getirmek üzere kontrol altında tutmak için bilgisayarlar tarafından kurulmuş bir sanal dünya”!..
Aslına bakılırsa, filmde Morpheus karakterinin sarfettiği bu cümleyi epeyce açmak mümkün, ama ayrıntıları vermek, filmi seyretmenin zevkini ve heyecanını öldürebilir, dolayısıyla, ne biz anlatalım, ne de siz web sitesine girip öğrenmeye kalkın, gidip seyrettiğinizde zaten göreceksiniz ki, nerdeyse filmin tamamı “Matrix nedir?” sorusunun cevabına dair ayrıntılarla geçiyor...
Gündüzleri bir bilgisayar şirketinde programcı olarak çalışan, geceleri ise Neo adlı bir “hacker” olarak faaliyet gösteren Thomas Anderson da aynı soruyu aklından çıkaramıyor, bu yüzden bir “terörist” olarak “aranan” Morpheus’la tanışmaya da can atıyor, ama malum cevabı alınca hayatı altüst oluyor:
Öncelikle, yıl 1999 değil, 2199! Thomas, yaşadığını sanıyor, ama o, sadece canlı! Dünyadaki diğer milyarlarca insan gibi, çölleşmiş bu gezegende hakimiyeti ele geçiren bilgisayarlara enerji sağlamak için kullanılmak üzere “yetiştirilmiş” bir insan! Herkes gibi Thomas da, her gün işe gittiğini, yemek yediğini, sokaklarda dolaştığını filan sanıyor, ama aslında hayatının ilk gününden beri bir “pil yuvası”nda kablolara bağlı olarak yatıyor! Ama, yine kendisinin bilmediği bir farkı da var: O, “gerçek dünya”da yeraltında saklanarak insanlığı özgürlüğe kavuşturmak için mücadele veren Morpheus ve yedi arkadaşının kendi bilgisayar sistemleriyle sızdıkları “sanal dünya”da ölümsüz ve acımasız “ajan”lardan kaçarak yılardır aradığı “kurtarıcı” olan “One” aslında! Tabii, buna kendisi de inanır, korku ve şüphelerinden arınırsa...
Kameralarla dans!..
Larry ve Andy Wachoski kardeşler, yarattıkları “iki dünya”nın, yani hem “çölleşmiş gerçek dünya”nın hem de bildiğimiz hayatın sürdüğü “sanal dünya”nın iç mantıklarını, bazı noktaları belirsiz kalsa da, yavaş yavaş ama etkileyici biçimde kurdukları “The Matrix”te, karanlık bir gelecek tasvirini karamsar bir bakışla, ama muzipliği elden bırakmadan, heyecanlı ve keyifli bir üslupla anlatıyorlar...
Böylece “The Matrix”, hem iyi işlenmiş diyaloglarla ilerleyen zengin okumalara açık senaryosu, hem daha önce pek denenmemiş teknik numaraların başarıyla kullanıldığı dövüş ve silahlı çatışma sahneleri sayesinde, muhtemelen sinema tarihine geçecek bir “hareketli bilim-kurgu gerilim” filmi haline geliyor..
Bu çalışma için özel olarak Jackie Chan’ın danışmanından Kung Fu eğitimi alan oyuncular, çekimlerinde kablolar kullanılan sahnelerde, hızla tımandıkları duvarlarda (yan yatarak!) koşuyor, tekme atmak için sıçradıklarında bir süre havada asılı kalıyor, birbirlerini ayaklarından tutup döndürerek savuruyor, kurşunlardan kaçarken “yan perende” atıyor, kimi sahnelerde nerdeyse “kameralarla dans” ediyorlar.
Malum, “direnişçi”lerin “ajan”lara karşı mücadele verdikleri dünya “sanal” olduğundan, yerçekimi de yok elbette, ama yalnızca bu gerçeğin farkında olan bir avuç insan için sonsuz hareket olanağı var, çünkü kasların değil aklın gücü işe yarıyor burada!
Aynı nedenle, dövüş figürlerinde belirgin olarak “yapay”lık hissettiriliyor, hareketler bir bilgisayar oyunu gibi köşeli, çizgisel ve kısa tutularak “sanal”lık vurgulanıyor. Ayrıca, beynine yüklenen bilgisayar programlarıyla komando eğitiminden geçen Neo’nun “atlama programı”ndaki ilk denemesinde gökdelenden yere çakılması ya da Ajan Smith’in kavga sırasında şimşek hızından görülmez olan yumruklar vurması gibi anlarda, abartısız ama hesaplı bir komiklik de görülüyor...
Cehalet, saadettir!..
“İnanma”nın ve “özgüven”in altını kalınca çizen, finalde hayat kurtaran “sevgi”yi de “havai fişek” benzeri elektrik kıvılcımlarıyla kutlayan Wachowski Biraderler, ortaya koydukları karanlık gelecek tasvirinde bilim-kurgu türünün birçok klasik öğesini yeni bir anlatımla harmanlarken, “kader” temasına vurgu yapmalarına bağlı olarak, teolojik ve mitolojik metinlere de göndermeler yapıyorlar: Keanu Reeves’in canlandırdığı Neo, hem “kurtarıcı” diye beklenen “One”ın anagramı olan adı, hem de finale doğru kurşunlar karşısında yarattığı mucizeyle Hazreti İsa’yı hatırlatıyor. Laurence Fishburne’ün canlandırdığı Morpheus, doğrudan doğruya düşler tanrısının adını taşıyor, ama efsanevi ozan, kahin ve büyücü Orpheus’u da çağrıştırıyor. Carrie-Anne Moss’un canlandırdığı Trinity’nin adı, Hristiyanlıkta “üçlü bir” sayılan “Baba-Oğul-Kutsal Ruh”, yani “teslis” anlamına geliyor. “Direnişçi”lerle “gerçek dünya”da sıkıntılı bir hayat sürmektense “cehalet saadettir” deyip herşeyi unutarak “sanal dünya”ya dönmeye karar veren Cypher ise, tabii ki “şeytan” Lucypher’ı akla getiriyor!..
Başlangıçta “insanlığın kurtarılması” amacının etrafında gelişen, ama sonra bunu erteleyerek, “Neo”nun “One” olup olmadığı merakını merkeze alıp “tali mesele”lerin heyecanını öne çıkaran ve bir nevi “başlangıç”la biterek “girizgah faslı” haline gelen “The Matrix”, bariz biçimde, birkaç “devam filmi”ne kapı açıyor. Nitekim, Keanu Reeves ile şimdiden 2 ve 3 için anlaşma yapılmış bile. Doğrusu, seyir zevki böyle olacaksa, beklemeye değer!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder