15 Ocak 2008 Salı

Kızıl Ejder

Dehşetin gölgesi altında...


Eğer bir yönetmen, Anthony Hopkins, Edward Norton, Ralph Fiennes, Emily Watson, Philip Seymour Hoffman ve Harvey Keitel gibi hepsi kendine has bir ışıltıya sahip ünlü ve saygın oyuncuların yer aldığı güçlü bir kadroyla çalışıyorsa, maça 1-0 galip başlamış sayılır, ama bu yüzden sırtındaki yük daha da ağırlaşır, “avans” aldığı için kendini beğendirmesi iyice zorlaşırken, oyuncuların etkisiyle beklentinin çok yükselmesi de filminin aleyhine işleyebilir!
Üstelik ele aldığı proje, gişede kazandığı büyük başarıyı beş ana dalda (film, yönetmen, senaryo, kadın ve erkek oyuncu) Oscar ödülüyle taçlandırmış olan “Kuzuların Sessizliği”nin devamıysa, hele bir önceki devam filmi “Hanibal” usta yönetmen Ridley Scott’ın imzasını taşıdığı halde beğenilmemişse, hatta filmine kaynaklık eden roman yıllar önce Michael Mann gibi saygın bir yönetmen tarafından “Manhunter” adıyla zaten sinemaya akrarılmışsa, mesele daha da çetrefilleşir, öncekilerin ağırlığı altında ezilebilir!
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, bu yönetmen daha önce eğlenceli macera ya da romantik komedi türünde “Rush Hour” ya da “Family Man” gibi hafif filmler çekmekten öteye gitmemişse, ilk kez girdiği gerilim alanında tutukluk yaşayabilir, üzerine düşeni iyi yapsa bile küçümseyici bakışlardan kurtulamayacağını düşünerek gösteri yapmaya kalkarsa daha da beter çuvallayabilir!

32 yaşında bir yönetmen...

Genç yönetmen Brett Ratner, bu zorlu şartların altından yara bere almadan kalkarak ayaklarının üzerinde durmayı beceriyor. Hem başlangıçta ajan dedektif Graham’ın doktor Lecter’ı hücresinde ziyaret ettiği sahnede benzer görüntüler kullanarak, hem de kapanışta ana karakterini hatırlatarak gönderme yaptığı “Kuzuların Sessizliği”nde yönetmen Jonathan Demme’in ruhsal durumları kavrayan kamera çerçeveleri ve heyecan yükselten sakin bir kurguyla sergilediği yaklaşımı paylaşıyor:
Bir an görülüp kaybolan ceset fotoğrafları gibi birkaç kısa malzeme dışında açık şiddet manzaralarına başvurmadan, gölgelerden bolca yararlanan usta görüntü yönetmeni Dante Spinotti’nin kurduğu gergin atmosferi iyi değerlendirerek, yavaş yavaş geliştirip son noktasına ihtiyaç bırakmadığı ya da mesela canhıraş çığlık sesleriyle yetindiği cinayetlerin kanlı ayrıntılarını çoğunlukla seyircinin zihnine bırakarak, karakterlerin ve durumların yarattığı dehşet hissini aksaksız yürüyen gösterişsiz bir üslupla ayakta tutarak, sürükleyici bir gerilim filmi çıkarmayı başarıyor.

Kırılganlık ile acımasızlık...

Yönetmen kendini oyuncularına da kaptırmıyor, ama karakterlerin hakkını vermeyi biliyor: Sinema tarihine nakşettiği Hannibal Lecter rolünde artık o müstehzi ifadeyle kameranın karşısında durması bile yeten Hopkins usta bir yana, korkularından beslenen cesaretiyle zekasını hedefe kitleyerek katilin bakışına ulaşan dedektifte Norton, kendisi gibi kırılgan bir adamın güçlülüğüne kapılırken nereye sürüklendiğini göremeyen kadında Watson ve atılganlığı arsızlığa varmış olduğu için başına gelebilecekleri fark etmeyen hırslı gazetecide Hoffman sağlam çizgiler yakalarken, Graham’ın karısı rolünde Mary Louise Parker silik kalıyor, tecrübeli FBI yöneticisi rolünde çok az değerlendirilen Harvey Keitel ne yazık ki kıymetinin karşılığını bulamıyor.
Bu parlak kadronun arasından biraz da olsa öne çıkan ise, “Kuzuların Sessizliği” ajan dedektife, “Hannibal” karizmatik caniye odaklanmışken, “Kızıl Ejder” filminin ismini de aldığı sapık katile yoğunlaşmasının verdiği imkanı iyi kullanarak, bu rolde kırılganlık ile acımasızlık arasında endişe verici bir incelikle gidip gelen Ralph Fiennes oluyor.

Projenin ardındaki hüsran...

Amerikalı yazar Thomas Harris’in hepsi de sinemaya uyarlanmış toplam dört romanından üçünün oluşturduğu “Lecter üçlemesi”nin ilk kitabı “Kızıl Ejder” 1986’da “Manhunter” adıyla sinemaya uyarlandığında pek dikkat çekmemiş, 15 milyon dolarlık bütçesine karşılık Amerika hasılatı 9 milyon dolar civarında kalınca, yapımcısı Dino De Laurentiis için de büyük bir hüsran olmuştu.
Beş yıl sonra ikinci romandan uyarlanan “Kuzuların Sessizliği”, 22 milyon dolarlık bütçesine karşılık 130 milyon dolarlık Amerika hasılatıyla büyük bir kar getirmesinin yanı sıra, beş Oscar ödülü de kazanınca, De Luarentiis’in hüsranı daha da büyük oldu, çünkü bu kez yapımcı o değildi!
Bunun üzerine üçüncü romana el atan Laurentiis, “Kuzuların Sessizliği”yle yıldızlaşan Anthony Hopkins üzerine kurulu büyük bir proje hazırladı, aslına bakılırsa sonuç yine başarılı bulunmadı, ama bu kez yapımcısını pek üzmedi, 87 milyon dolara mal olan “Hannibal”, sadece Amerika’da 165 milyon dolar hasılat yaptı.
Laurenttis açısından, bu üçlemenin ilk romanını, gişe garantisi olan bir kadroyla yeniden sinemaya aktarmak, biraz da yıllar önce yaşadığı o hüsranın acısını çıkarmak anlamına geliyormuş yani...
Bu sıkı gerilim filminin ardında böyle bir yapımcılık meselesi de var...

Hiç yorum yok: