3 Ağustos 2015 Pazartesi

Sheltering Sky


Erotik ve ölümcül yolculuk

 

 

10 yıllık evli bir Amerikallı çiftin, Port ile Kit’in, genç arkadaşları Tunner’la birlikte geldikleri Fas’ta, çölün derinliklerine doğru yaptıkları tehlikeli, erotik ve ölümcül yolculuğun öyküsü...

 

Paul Bowles’un, ülkemizde de satışa sunulan romanı “Esirgeyen Gökyüzü”, ilk kez yayınladığı 1949 yılından beri, cüretli erotizminin yanısıra, savaş sonrası “Kayıp Kuşak”ın irkiltici bir portresini çizdiği için, 2. Dünya Savaşı sonrası Amerikan edebiyatının en önemli yapıtlarından biri sayılıyor.

 
 
 

Ama, “Paris’te Son Tango”dan “Son İmparator”a kadar, birçok filmiyle “usta” sıfatını kazanmış olan yönetmen Bertolucci, bu romanı uyarlayarak çektiği “Çölde Çay” ile, “ahlaki ya da siyasi mesajlar vermekten kaçınmak”, “sözlerle ya da psikolojiyle değil, hareketler ve vücutlarla anlatılan bir öykü kurmak” için, “Esirgeyen Gökyüzü”nün “öz”ünü silkip atmış sanki.

 

Kuşkusuz, yalnızca “güzel ve hüzünlü bir aşk öyküsü” anlatmak da önemli olabilir. Gelgelelim, bu “aşk öyküsü”nü vareden kilit noktaları da sunamıyor film: Port ile Kit’in evliliği neden bunalımda? Neden Fas’a geliyorlar? Olayın geçtiği 1947 yılı ne ifade ediyor? İlişkilerindeki sorunun altında yatan kişisel çatışmalar, hangi kişisel şartlardan etkileniyor? Neden “yersiz yurtsuz, amaçsız, ezik ve yalnız” hissediyorlar kendilerini? Filmde kendisini canlandıran Paul Bowles’un, finalde Kit’e sorduğu soru, yani “kayıp mısın”, ne anlama geliyor?



 

“Çölde Çay”ı başyapıt ilan eden dünya basını, Bertolucci’nin “soruları cevapsız bırakması”nı övüyor. Evet, bir sanat yapıtı “cevap”lardan kaçınmalıdır belki, ama Bertolucci’nin filminde sorular bile hakkıyla sorulamıyor, onun yerine erotizm, yer yer kartpostal düzeyinde manzaralar, vücutlardan çıkamayan ruhsal sıkıntılar, hatta güçlü oyuncular bile, ancak “şampanya film” olmaya yetiyor.

 

Port ile Kit, yanlarına bir rehber almadan, yabancı bir ülkede bir “keşif gezisi”ne çıkıyorlar. Ama onlara yön veren duyguları var. Sonsuz bir sıkıntı, aşkın belirsiz kimyasına karşı güvensizlik, gelecek kuşkusu, dünyadaki yıkımın ve şiddetin (Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombasının üzerinden iki yıl geçmiştir henüz) yarattığı dehşet...

 

Oysa Bertolucci, kahramanlarının peşine düşerken, bu duyguların rehberliğinden de yoksun. Dolayısıyla seyirci de, perdede yaşanan trajedinin derinliğine varamıyor. Yüzeysel bir bunalım gösterisi var yalnızca. Eğer romanı okumuş ve geçtiği tarihsel dönemin “ruh”una vakıf olmuşsanız, “Çölde Çay”dan buruk bir tad alabilirsiniz belki. Ama, bir film izlemeye gittiyseniz, Afrika’nın sefalet içindeki insanları Amerikalılara bakınca ne görüyorsa, siz de onu göreceksiniz perdede: Merak uyandıran, ama hiçbir şey ifade etmeyen bir yabancı...

 

 

The Sheltering Sky (Çölde Çay)

Y: Bernardo Bertolucci, S: Paul Bowles’un romanından Mark Peploe, Bernardo Bertolucci, G: Vittorio Storaro, YT: Ferdinando Scarfiotti, Gianni Silvestri, SY: Andrew Sanders, K: Gabriella Cristiani, M: Ryuichi Sakamoto, O: John Malkovich, Debra Winger, Campbell Scott, Jill Bennett, Timothy Spall, Eric Vu-An, Amina Annabi. 1990.

Hiç yorum yok: