Erotik
ve ölümcül yolculuk
10
yıllık evli bir Amerikallı çiftin, Port ile Kit’in, genç arkadaşları Tunner’la
birlikte geldikleri Fas’ta, çölün derinliklerine doğru yaptıkları tehlikeli,
erotik ve ölümcül yolculuğun öyküsü...
Paul
Bowles’un, ülkemizde de satışa sunulan romanı “Esirgeyen Gökyüzü”, ilk kez
yayınladığı 1949 yılından beri, cüretli erotizminin yanısıra, savaş sonrası
“Kayıp Kuşak”ın irkiltici bir portresini çizdiği için, 2. Dünya Savaşı sonrası
Amerikan edebiyatının en önemli yapıtlarından biri sayılıyor.
Ama,
“Paris’te Son Tango”dan “Son İmparator”a kadar, birçok filmiyle “usta” sıfatını
kazanmış olan yönetmen Bertolucci, bu romanı uyarlayarak çektiği “Çölde Çay”
ile, “ahlaki ya da siyasi mesajlar vermekten kaçınmak”, “sözlerle ya da
psikolojiyle değil, hareketler ve vücutlarla anlatılan bir öykü kurmak” için,
“Esirgeyen Gökyüzü”nün “öz”ünü silkip atmış sanki.
Kuşkusuz,
yalnızca “güzel ve hüzünlü bir aşk öyküsü” anlatmak da önemli olabilir.
Gelgelelim, bu “aşk öyküsü”nü vareden kilit noktaları da sunamıyor film: Port
ile Kit’in evliliği neden bunalımda? Neden Fas’a geliyorlar? Olayın geçtiği
1947 yılı ne ifade ediyor? İlişkilerindeki sorunun altında yatan kişisel
çatışmalar, hangi kişisel şartlardan etkileniyor? Neden “yersiz yurtsuz,
amaçsız, ezik ve yalnız” hissediyorlar kendilerini? Filmde kendisini
canlandıran Paul Bowles’un, finalde Kit’e sorduğu soru, yani “kayıp mısın”, ne
anlama geliyor?
“Çölde
Çay”ı başyapıt ilan eden dünya basını, Bertolucci’nin “soruları cevapsız
bırakması”nı övüyor. Evet, bir sanat yapıtı “cevap”lardan kaçınmalıdır belki,
ama Bertolucci’nin filminde sorular bile hakkıyla sorulamıyor, onun yerine
erotizm, yer yer kartpostal düzeyinde manzaralar, vücutlardan çıkamayan ruhsal
sıkıntılar, hatta güçlü oyuncular bile, ancak “şampanya film” olmaya yetiyor.
Port
ile Kit, yanlarına bir rehber almadan, yabancı bir ülkede bir “keşif gezisi”ne
çıkıyorlar. Ama onlara yön veren duyguları var. Sonsuz bir sıkıntı, aşkın
belirsiz kimyasına karşı güvensizlik, gelecek kuşkusu, dünyadaki yıkımın ve
şiddetin (Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombasının üzerinden iki yıl
geçmiştir henüz) yarattığı dehşet...
Oysa
Bertolucci, kahramanlarının peşine düşerken, bu duyguların rehberliğinden de
yoksun. Dolayısıyla seyirci de, perdede yaşanan trajedinin derinliğine
varamıyor. Yüzeysel bir bunalım gösterisi var yalnızca. Eğer romanı okumuş ve
geçtiği tarihsel dönemin “ruh”una vakıf olmuşsanız, “Çölde Çay”dan buruk bir
tad alabilirsiniz belki. Ama, bir film izlemeye gittiyseniz, Afrika’nın sefalet
içindeki insanları Amerikalılara bakınca ne görüyorsa, siz de onu göreceksiniz
perdede: Merak uyandıran, ama hiçbir şey ifade etmeyen bir yabancı...
The
Sheltering Sky (Çölde Çay)
Y:
Bernardo Bertolucci, S: Paul Bowles’un romanından Mark Peploe, Bernardo
Bertolucci, G: Vittorio Storaro, YT: Ferdinando Scarfiotti, Gianni Silvestri,
SY: Andrew Sanders, K: Gabriella Cristiani, M: Ryuichi Sakamoto, O: John
Malkovich, Debra Winger, Campbell Scott, Jill Bennett, Timothy Spall, Eric
Vu-An, Amina Annabi. 1990.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder