Özgürlük
mü, sapkınlık mı?
64
yaşındaki Bernardo Bertolucci, “devrim hayalleri başarısızlıkla sonuçlanmış
olsa da, bazı şeylerin değişmesinde büyük rol oynayan olaylar”ın yaşandığı 1968
döneminin “ruhu”nu, o günlerde öğrenci eylemleriyle sarsılan Paris’te gençliğe
hakim olan “hayalciliği”, kendi deyişiyle “siyaseti müzik, cinsellik, felsefe
ve uyuşturucuyla kaynaştıran” özgürlük arayışını, sokaklarda değil de, bir
apartman dairesinde yad etmeye çalışıyor!
Ve
fakat, muhteşem birkaç film de bulunan bol ödül ve övgü dolu geçmişi yüzünden,
Bertolucci’nin her yaptığına bir değer atfetmek uğruna, “cinsel özgürlük” ile
“cinsel sapkınlık” meselesini karıştıran methiyeler düzmeye hiç lüzum yok!
Öyle
ya, açıkça söylemek en iyisi, Bertolucci zaten son yıllarda bayağı kötü
filmlerle karşımıza gelirken iyice öne çıkardığı erotizm merakını, bu kez
alenen pornografiye vardırıyor. Tek yumurta ikizleri Theo ve Isabelle ile
Amerikalı misafir öğrenci Matthew’un yaşadıkları, hakikaten yürek ve mide
zorluyor: Isabelle kardeşine kendisinin önünde mastürbasyon yaptırıp menisini
duvardaki resme sıvıyor, Theo kızkardeşini Matthew’la seviştirip onları
seyrederken bir yandan da omlet yapıyor, Isabelle ile Matthew seviştikten sonra
bekaret kanını yüzlerine bulayarak öpüşüyor, içindeki suya Isabelle’in regl
kanının karıştığı bir küvette üçü birlikte oturup sohbet ediyor, falan filan...
Peki
bu yaşadıkları sapkın cinselliğin “68 ruhu”yla ne ilgisi var?
Önce
meseleye şuradan bakmak lazım aslında: Bu kişilerin 68 olaylarıyla ne kadar
ilgisi var ki?
Filmin
sonunda evlerinin önünden slogan atarak geçen gençlerin arasına karışarak eline
molotof kokteyli alıp polislerin üzerine atsa da, Theo zaten okuldaki bir
devrimci arkadaşının belirttiği gibi eylemlerden giderek kopuyor.
Kaldı
ki, yönetmenin Theo ve Isabelle’in Matthew’u da sürükledikleri cinsel maceraya
olumlu baktığı da söylenemez, finale doğru onları bu çürümüşlük içinde
havagazıyla zehirlenip ölmekten, sokaktan geçen devrimci göstericilerin attığı
bir kaldırım taşının camı kırması kurtarıyor, ki herhalde bu ayrıntı da boşuna
değil!
Hatta
belli ki Bertolucci, bütün bunlardan sonra aşık olduğu Isabelle ile bir aşk
ilişkisi yaşamayı ümitsizce deneyen Matthew’a daha sıcak bakıyor.
Dolayısıyla,
filmi seyreden eski tüfeklerin tepki gösterdiği türden bir “68’li gençler”
resmi çıkarma çabasında değil Bertolucci, görüldüğü kadarıyla “uçlara
sürüklenmiş üç genç” etrafında kendi yaşadığı ya da hatırladığı “68 ruhu”nu
perdeye yansıtmak istiyor sadece: “Rock, seks, uyuşturucu ve sinema!..”
Açıkçası,
eğer teorik bir “Chaiers du Cinema” alıntısıyla meşruluk kazandırılmaya çalışılan
“röntgencilik” yaklaşımı filme hakim olmasa, yani olur olmaz her fırsatta
mahrem yerleri sergilenen genç bedenlere odaklanılmasa ve onların sapkın
cinselliğini ille de göstererek anlatmakta inat edilmese, belgesel
alıntılarıyla desteklenen siyasi hareketliliğe dair izlenimlerin yanı sıra,
klasik filmlere yapılan göndermelerle başlayıp Keaton-Chaplin ya da
Hendrix-Clapton çekişmesinden Çin Kültür Devrimi tartışmasına uzanan
değinmelerle süren dönem yansımaları da, gayet ilginç ve lezzetli bir film
malzemesi sunuyor.
Ama
maalesef Bertolucci, başka bir şeyin peşinde, yani “68 ruhu” da bahane, biri
kız ikisi erkek taze oyuncuların çıplak manzaraları şahane! Yok yok, bana göre
değil, yönetmene göre öyle! Benim için şahane olan, görüntü yönetmeni Fabio
Cianchetti’nin labirentvari apartman dairesinin bazı odalarında kurduğu birkaç
göz alıcı çerçeve...
The
Dreamers (Düşler, Tutkular ve Suçlar)
Y:
Bernardo Bertolucci, S: Gilbert Adair, G: Fabio Cianchetti, YT: Jean Rabasse,
SY: Pierre Duboisberranger, K: Jacopo Quadri, O: Michael Pitt, Eva Green, Louis
Garrel. 2003.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder