3 Ağustos 2015 Pazartesi

La Luna


Bir tokatta mutlu aile…

 

 

Bernardo Bertolucci: İtalyan sinemasının, en ilginç ve en aykırı yönetmenlerinden biri.

 

Ünlü bir şair ve film eleştirmeni olan babası Atillio Bertolucci’nin etkisiyle başladığı şiir uğraşısı, yine babasının bir arkadaşı olan ünlü yönetmen Pasolini’ye asistanlık yapmasıyla birlikte sona ermiş, “yüzyılımızın ayrıcalıklı dili” dediği sinemayı keşfetmiş çünkü!

 

Bu “keşif”le birlikte, kendini şiirle değil de, sinemayla dışa vurmaya başladı Bertolucci: Devrimden Önce (1964), Örümceğin Stratejisi (‘69), Konformist (‘70), Paris’te Son Tango (‘72), Ay (‘79), Gülünç Bir Adamın Trajedisi (‘81)…

 

Bu yıllar içinde, iki de “tarihsel fresk” gerçekleştirdi: İtalya’da 1900 (‘76) ve Çin’de Son İmparator (‘87)…

 

Kendisinin iki döneme ayırdığı sinema yaşamında, Paris’te Son Tango ile başlattığı “seyirciyle diyalog dönemi”nden çok; ondan önceki, kendi deyimiyle “sado-mazohist” filmler çektiği döneme sempati duyuyorum, kişisel olarak. Buradaki “sado-mazohizm”, Pasolini’deki anlamıyla “yaratıcı olarak kendi varoluşunu sorgulamak ve acı çekmek ve bu acıya seyirciyi de ortak etmek” gibi bir içerik taşıyor tabii. Bu döneme dahil olmakla birlikte, Devrimden Önce, her şeye rağmen başarılı bir film değildir yine de.

 

İkinci döneminden ise, 1900 belli bir sinemasal değer taşır. Ama, farklı açılardan da olsa, Gülünç Bir Adamın Trajedisi ve Son İmparator, Bertolucci sineması içinde başarısız örneklerdir. Tam anlamıyla geçiş dönemine tekabül eden Paris’te Son Tango ise, burada kısaca bir görüş belirtilemeyecek kadar boyutlu bir “fenomen”…

 

Ay, biçimsel açıdan, bu iki dönemin de özelliklerini barındırıyor. Ayrıntılar ile genel çevre, müthiş bir uyum içinde buluşuyor burada: Yakın çekimler ile genel çekimler arasında hassas bir denge var. Ve tabii bu aşamada, Bertolucci’nin neredeyse bütün önemli filmlerinde birlikte çalıştığı, ayrıca Coppola’nın  Kıyamet ve Bertolucci’nin Son İmparator’undaki çalışmalarıyla Oscar kazanmış görüntü yönetmeni Vittorio Storaro’nun, görmezden gelinemeyecek katkısını da anmak gerekli: Geniş perspektif duygusu, ince örülmüş ışıkları ve aksaksız kamera hareketleri, “süper-prodüksiyon”lardan çok daha önemli bir “görkem” katıyor filme…

 

Bertolucci’nin filmografisinde, zaman olarak “ikinci dönem”e tekabül etse de, bence Ay, daha çok “birinci dönem”in filmi. Bunun asıl nedeni de tematik. Bertolucci’nin “kişiselliği” çok belirgin: “Baba sorunu”, Parma kenti, cinsellik, eşcinsellik, iletişimsizlik, “kendini arayış”…

 

Bunları biraz açmakta yarar olabilir: “Baba sorunu” gerçekten önemli. “Her yolla, babamı alt etmeye çalıştım, ama başaramadım” der Bertolucci. Bu arada, “aslında benim oluşmamda en fazla payı olan babamdır” demekten de alıkoyamaz kendini…

 

Parma’ya gelince; yine Bertolucci söylesin: “Parma, benim buluğ çağım, çıraklık dömemim ve babam demektir. Babamın evreni olan ‘mikrokosmos’, Parma’nın çevresindeki kırsal alan ve kentin ötesinde berrak günlerde görülen tepelerdir”. Evet, buluğ çağı!

 

Ay’da, annenin “işte babanla ilk öpüştüğümüz yer” dediği ve ardından oğluyla öpüştüğü tren yolu geçidi de, bu kentte de değil miydi?..

 

Başka ne diyor Bertolucci: “Ben şahsen, Parma’ya gerçek yaşamda dönemiyorum, ama filmlerimle dönüyorum”. Filmin ekseninin Parma olması rastlantı değil yani…

 

Diğer temalar mı? Eşcinsellik için Konformist, cinsellik ve iletişimsizlik için Paris’te Son Tango ve “kendini arayış” için de Örümceğin Stratejisi’ne bakmak yeterli. “Baba sorunu” için ise, Gülünç Bir adamın Trajedisi dahil, hepsine!

 

Ay’a “tek başına” bakınca, neler kalıyor elimizde: Kişiliğin belirlenişinde çevrenin önemi. Bertolucci’nin asıl parmak bastığı, insanın, gelişme çağında, yanında “birileri”nin olmasına duyduğu ihtiyaç aslında. “Ailenin önemini vurgulayan” türlü yorumlar, biraz abartılı gibi geliyor bana. Bir “kurum”dan çok, “kişi”ler önemli çünkü.

 

Finaldeki o “baba tokadı”, biraz farklı bir yoruma açık da olsa: Oğulun bu tokada küçük bir gülümseyişle karşılık vermesi, “yanımda birileri var şimdi”nin mi, yoksa “babamdır, döver de, söver de”nin mi ifadesi? Peki, “yanımda olmak” şiddetle ifade edilir mi? İyi ama, bir filmin meramı da, bir tek son sahnesiyle belli olur mu? Neyse, dedim ya, yoruma açık…

 

Bertolucci’nin, (bir yan tema olmak dışında) çok fazla önem vermediği eroin tutkunluğuna, ben de fazla önem vermiyorum…

 

Annenin serüveni önemli: Giderek, oğluyla birlikte kendini de sorguluyor çünkü. O da kendini bulmaya çalışıyor, oğlu gibi. Ve oğlunda da, eski kocasını (oğlunun asıl babasını) arıyor. O öpüşmeler, sevişme girişimleri bunun sonucu biraz da…

 

Bir de, şu çok konuşulan “ensest” olayı var. Bir “Oedipius karmaşası”ndan söz etmek oldukça zor; buna dair sağlam bir temellendirme yok filmde…

 

Anne ile oğul arasındaki cinsel temasa, bir tek bakış açısı sağlıklı yaklaşabilir bana kalırsa: Bertolucci’nin de çok sevdiği bir yazar olan Alberto Moravia’nın dediği gibi, “cinsellik, bugün tek iletişim yoludur artık”. Aralarındaki cinsel yakınlığın tek açıklaması, yıllardır yaşadıkları kopukluğu yenme çabası olabilir dolayısıyla…

 

Ay, bir anne ve bir oğulun öyküsü. Aynı zamanda da bir “baba”nın. Yaşamlarındaki eksikliği, en sonunda birbirleriyle gidermeye çalışan bir anne ve bir oğul. Yine de sorulabilir tabii: Bu eksiklik, anne için bir “aşk”, oğul için de bir “yol gösterici” miydi yalnızca? Kişinin belirlenişinde, gelişme çağında yanında birilerinin olmasına duyduğu ihtiyaç, illa da bir “baba” mı gerektiriyor? (Oğulun aradığı da, ‘baba’dan çok, bir baba imgesiydi zaten!) Bu eksikliği, birbirleriyle gidermeye devam etmeleri nasıl olurdu? “Bu ilişkinin geleceği nasıl olur”u pek sorgulamıyor Bertolucci. “Baba”yı buluyorlar ve eksik “tamamlanıyor” sanki. Oysa film, işte tam da bu yüzden, bittiği yerde başlıyor aslında!

 

Küçük Bernardo, bir gece, ayışığı altında, annesinin kullandığı bisikletin ön sepetinde, sırtüstü yatmış, yüzünde mutlu bir gülümsemeyle yıldızları seyretmiş miydi acaba?

 

Şimdilik bilmiyorum ama, benim Ay için alternatif bir özetim var: Oğul özenli bir yemek pişirmiştir. Anne ile birlikte, mum ışığının aydınlattığı masaya otururlar. “Hadi patlat şu şampanyayı” der anne, gözlerini kapatır ve kulaklarını tıkar parmaklarıyla. Oğul alır eline şampanyayı ve tıpasını az zorlayınca, “pıt” diye, yavaşça açıverir. Anne ise, hala “pat” sesini bekletmektedir, parmakları kulaklarında. Oğul şöyle bir bakar ve ağzının belli belirsiz kıpırtısıyla, annesinin beklediği o sesi çıkarır: “Pat!” Açar kulaklarını anne ve uzatır bardağını: “Doldur bakalım”…

 

 

La Luna (Ay)

Y: Bernardo Bertolucci, S: Giuseppe Bertolucci, Bernardo Bertolucci, Clare Peploe, Franco Arcalli, G: Vittorio Storaro, SY: Maria Paola Maino, K: Gabriella Cristiani, M: Ennio Morricone, Giuseppe Verdi, Wolfgang Amedeus Mozart, Oyuncular: Jill Clayburgh, Matthew Barry, Fred Gwynne, Elisabetta Campeti, Veronica Lazar, Renato Salvatori, Roberto Benigni. 1979.

Hiç yorum yok: