Uyan,
uykusu çok gözlerim...
Norveçli
yönetmen Erik Skjoldbjaerg’in imzasını taşıyan 1997 tarihli “Insomnia”, Kuzey
Avrupa havasının egemen olduğu daha ağır ve daha karanlık bir filmdi, onun
dedektifi ahlaki zaafları daha yoğun, daha kötücül bir karakterdi. Mesela,
tanık olarak arabasına aldığı kız öğrencinin bacağını okşuyordu.
Oysa
genç yönetmen Christopher Nolan’ın imzasını taşıyan 2002 tarihli Amerikan
“Insomnia”sının dedektifi, kız eteğini sıyırıp bacaklarını gösterdiğinde göz
ucuyla baksa da elini sürmüyor. Norveçli dedektif en sonunda içine düştüğü
açmazdan yakasını sıyırıp gidiyordu. Amerikalı dedektif ise ahlaki olarak
bocalamanın bedelini ödüyor.
Özetle,
Norveçli dedektif suçluluk meselesini atlatmakta fazla zorlanmayan bir
anti-kahramandı, Amerikalı dedektif bir kaza yüzünden telaşa kapılınca devam
ettiği hatalarla yolundan çıkmanın acısını çeken vicdan sahibi bir kusurlu
kahraman oluyor...
Özgün
filmin akışını, katil karakterini biraz daha öne çıkarmanın ve gerilim artırmak
üzere birkaç polisiye ayrıntısı geliştirmenin dışında, neredeyse birebir
koruyan, ama aynı zamanda özenli bir diyalog çalışmasıyla yeni boyutlar
kazandıran senaryo yazarı Hillary Seitz’ın, birkaç fırça darbesiyle böylesi bir
yön değişikliği yaratabilmesine şapka çıkarırken, sonucun “Hollywoodlaştırma”
denilerek küçümsenecek bir hafifleştirme değil (belki de “hafifleştirme”
denilebilecek en belirgin şey, özgün filmde dedektif sokakta canlı bir köpeğe
ateş ederken, bu yeniden çevrimde vurulan köpeğin zaten ölü olması), kendine
has erdemleri olan farklı bir “tavır” olduğunu da teslim etmek gerekir, çünkü
karşımızda çok iyi bir film var...
Geriye
dönüşlerle ilerleyen Following ve baştan sona doğru yürüyen Memento filmlerinde
sinemasal zamanla oynayarak taze bir anlatım kuran 32 yaşındaki bağımsız
çıkışlı İngiliz yönetmen Christopher Nolan, ilk kez geniş bir bütçeyle, büyük
yıldız oyuncularla ve temel olarak çizgisel gelişen bir senaryoyla çalışmış,
üstelik özgün bir proje değil, bir yeniden çevrim gerçekleştirmiş, ama gene de
filmi kendine ait kılmayı becermiş. (Yapımcıları arasında bulunan Steven
Soderbergh’in de ‘hem kişisel hem popüler’ filmler yapabilen sıkı
yönetmenlerden biri olması bu açıdan da pek anlamlı!)
Zaten
hikaye, karakter ve mekan, hem yoğun sıkıntıyla içiçe geçen fiziksel dertlerin
de etkili olduğu şüphelerden kurtulma çabası gibi gözde temalarına, hem de
klostrofobik görsel üslubuna çok uygun düşmüş. Nitekim uykusuzluğun getirdiği
halsizlikle kafa karışıklığı da artan dedektifin zihninde aniden parlayıp sönen
görüntüleri, geriye dönüş ile halüsinasyon arasında belirsiz bırakarak, kurgu
kırılmaları da oluşturmuş. Üstelik zaten bütün olarak filmin zamansal yapısı
yine bariz bir farklılık arz ediyor, çünkü hikaye Kuzey Kutbu’nun güneşin hiç
batmadığı yaz günlerinde 24 saat aydınlıkta kalan Alaska’da geçiyor. Bir kara
film için ne acayip malzeme!..
Nolan,
daha önce Memento’da işbirliği yaptığı görüntü yönetmeni Wally Pfister ve
kurgucu Dody Dorn’un (ve değişmez müzikçisi David Julyan’ın) katkısıyla yine
seyirciyi her an tetikte tutan gergin bir atmosfer kuruyor: Ufka uzanan
boşlukların hakim olduğu Alaska’nın dış mekanlarında karakterleri çoğunlukla
uzak ve geniş görüntülere yerleştirerek sürekli gün ışığı altında kalan doğal
çevredeki ezici yalnızlığı hissettirirken, loşluktan ve gölgelerden kaçınmadığı
iç mekanlarda alabildiğine yakın planlar kullanarak sıkışmışlık ve çaresizlik
halini vurguluyor. Aynı görüntü anlayışıyla çevreyi daraltarak bir boğulma
duygusu oluşturduğu sisli kumsaldaki körleme takip ya da nehirde sürüklenen
tomrukların altındaki çırpınma gibi anlar da, filmin en etkili sahneleri
arasına giriyor. Keza, dedektifin birazcık olsun uyuyabilmek için güneş ışığını
tamamen kesmek ümidiyle otel odasının pencerelerine ne bulduysa yığdığı
sahneler de öyle...
Kameranın
bir uçağı yukarıdan takip ederek ana karakterinin uçsuz bucaksız dağların
ötesinde çok az insanın yaşadığı dünyadan kopuk bir bölgeye gelişini gösteren
açılış bölümü, bir gönderme midir bilinmez, Kubrick’in Shining filminin
açılışını hatırlatıyor, ki Nolan’ın seyirciyi karakterle birlikte içine çekmek
istediği psikolojik duruma çok uygun düşüyor...
Bu
noktada, Nolan’ın sinematografik imzası bir yana, Al Pacino da filme damgasını
vuruyor. Hem kendini kurtarma çabası ile vicdani huzursuzluk arasındaki ahlaki
ikilemden, hem uykusuzlukla boğuşurken meseleleri çözmek için uyanık kalmaya da
çalışmanın zorluğundan muzdarip olan bir adamın yoğunluğunu, ince ama çarpıcı
ayrıntılarla yüzüne yerleştiriyor.
Üçü
de Oscar ödüllü üç oyuncu arasında, belki de ilk kez karanlık bir adamı
canlandırırken komedi tecrübesinden damıtılmış ölçülü bir ironi katarak
nazikleştirdiği ifadelerle daha da “rahatsız” bir karakter zenginliği
hissettiren Robin Williams da, nedense Erkekler Ağlamaz’daki başarısından sonra
pek değerlendirilmediği halde yeteneğini farklı bir hava kattığı kadın polis
rolünde bir kez daha gösteren genç Hillary Swank de dikkat çekiyor elbette, ama
esas yıldız Pacino oluyor. Gerçi ustalık mertebesine çıkmış bir yıldız olarak
zaman zaman bir nevi “gösteri” kıvamına kaydığı söylenebilir, ama perdedeki
Pacino olunca, bu da keyif kaçırmıyor: Hakkıdır, yakışıyor!..
Rivayet
olunur ki, Laurence Olivier, Marathon Man filminin çekimleri sırasında, şu
meşhur dişçi koltuğundaki işkence sahnesi için kamera karşısına geçmeden önce
yeterince bitkin görünmek amacıyla günlerce uyamayan Dustin Hoffman’a, “kendini
bu kadar yıpratacağına, rol yapmayı denesene” demiş!
Önünde
sonunda rivayet ama, geleneksel İngiliz tiyatro ekolünden gelen Olivier ile
Amerika’da Actors Studio’nun temsil ettiği Stanislavski kaynaklı Metod
yaklaşımını benimseyen Hoffman arasındaki yöntem farkı açısından, böyle bir
lafın edilmiş olması hiç de yabana atılır bir ihtimal değil doğrusu....
Marlon
Brando’dan Robert De Niro’ya, Paul Newman’dan Harvey Keitel’e uzanan birçok
öğrencisi Hollywood’da sağlam bir yer edinen Actors Studio okulunun en parlak
mezunlarından biri olan Al Pacino’nun Insomnia’daki haline bakılınca, ister
istemez bu rivayet geliyor akla: Acaba gerçekten günlerce uykusuz kalarak mı
oynamış bu rolü?..
Meraklısı
için not: Amerikalı yapımcılar bu yeniden çevrimi de Norveçli yönetmen Erik
Skjoldbjaerg’in çekmesini istemişler aslında, ama o aynı hikayeyi ikinci kez
anlatmayı anlamlı bulmadığını söyleyerek Elizabeth Wurtzel’ın kitabı “Prozac
Toplumu”nun uyarlamasını yapmayı tercih etmiş...
Insomnia
Y:
Christopher Nolan, S: Nikolaj Frobenius ve Erik Skjoldbjerg’in senaryosundan
Hillary Seitz, G: Wally Pfister, YT: Nathan Crowley, SY: Michael Diner, M:
David Julyan, K: Dody Dom, O: Al Pacino, Robin Williams, Hilary Swank, Martin
Donovan, Paul Dooley, Nicky Katt, Larry Holden, Crystal Lowe. 2002.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder