1964,
Mississippi, Jessup kasabası. ABD Senatosu’nun Eşit Haklar Yasası’nı yürürlüğe
sokmasıyla birlikte, İnsan Hakları Örgütü görevlileri, güneyde yoğun bir
çalışmaya girmiş, zencilerin oy hakkını kullanabilmeleri için öncülük etmeye
başlamışlardır.
O
sıcak günlerde, ikisi beyaz biri zenci, üç İnsan Hakları temsilcisi, Jessup
kasabasında öldürülür. Cinayet soruşturması için kasabaya gelen iki FBI ajanı,
kısa süre içinde, olayın ardında güçlü bir ırkçılık hareketinin yattığını fark
eder ve araştırmalarını derinleştirir.
Biri,
“sonradan FBI’a girmiş eski şerif, sağ-kanat cumhuriyetçi”, diğeri “kuzeyli,
akademik ve liberal demokrat” iki ajan arasındaki çelişmeler, Ku Klux Klan ve
FBI arasındaki mücadele ile atbaşı gidecektir…
Daha
açılıştaki o “çok çarpıcı” cinayet sahnesiyle birlikte anlaşılıyor bunun bir
Amerikan yapımı olduğu ne yazık ki. Parker da kabul ediyor: ”Her filmin
arkasında bir sanayi, bir ticari baskı vardır. Beverly Hills’da oturup, her
sabah stüdyoya BMW’nizle gidiyorsanız, değil ırkçılık, toplumsal yaşamın hiçbir
biçimiyle ilişki kurmazsınız.”
Ama
Mississippi Burning, her şeye rağmen, ırkçılık konusunda etkileyici bir tavır
koyan, bu tehlikeyi gündeme getiren bir film. Parker de tamamlıyor sözlerini
zaten: “Bir takım şeyleri değiştirecek olan, filmciler değil seyircilerdir!”
Birdy,
The Wall ve Midnight Express gibi, hep yoğun tartışmaların ortasında kalan
filmler yapmış bir yönetmen Parker.
Mississippi
Burning, seyirciyi “kalbinden vurma”yı amaçlayan kimi sahnelerinin ustalığı
(kilise baskını ve ev kundaklanması sırasında, tüm dış-seslerin geriye
çekilmesi ve yüksek volümlü blues’ların fon olarak kullanılması; kurgu, kamera,
oyunculuk mükemmelliği) dışında, sıradan ve tipik bir Amerikan filmi yalnızca…
Geriye
kala kala, bir tek “sosyal içeriği” kalıyor. Bu bağlamda filmin çok eleştirilen
“tarihsel deformasyon”unun, Hollywood tanıtım taktiklerinin bir parçası olduğu
hiç akla gelmiyor mu acaba?
Filmin,
Time’a kapak olacak kadar yoğun bir tartışmanın (ve saldırının) ortasında
kalması, Parker’ın da alttan alta ‘tarihsel gerçeklere bağlı kalmamasının bir
seçim olduğunu’ vurgulaması, bunun bilinçli ve çok zeki bir oyun olduğunu hiç
düşündürtmüyor mu?
Varsın
olsun. Irkçılığın, insanları nasıl kolayca avlayıverdiğini, bu tehlikenin ne
kadar korkunç boyutlara varabileceğini bir kez daha gündeme getiriyor ya.
Gene
Hackman’ın oyunculuğuna, Peter Biziou’nun görüntülerine, Trevor Jones’un
müziklerine de şapka çıkarılır.
Parker’ın
işbilirliğine de tabii. Kendisi için bir geri adım, en iyimser yorumla bir
“yerinde sayma” bu film; ama onun sorunu. Bize seyretmek ve düşünmek kalıyor…
Mississippi
Burning (Mississippi Yanıyor)
Y:
Alan Paker, S: Chris Gerolmo, G: Peter Biziou, YT: Philip Harrison, Geoffrey
Kirkland, SY: John Willett, M: Trevor Jones, K: Gerry Hambling, O: Gene
Hackman, Willem Dafoe, Frances McDormand, Brad Dourif, R. Lee Ermey, Stephen
Tobolowsky, Michael Rooker, Pruitt Taylor Vince, Kevin Dunn. 1988.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder