7 Kasım 2013 Perşembe

Mississippi Burning


Bir nehir yanarken… 

 

1964, Mississippi, Jessup kasabası. ABD Senatosu’nun Eşit Haklar Yasası’nı yürürlüğe sokmasıyla birlikte, İnsan Hakları Örgütü görevlileri, güneyde yoğun bir çalışmaya girmiş, zencilerin oy hakkını kullanabilmeleri için öncülük etmeye başlamışlardır.

 

O sıcak günlerde, ikisi beyaz biri zenci, üç İnsan Hakları temsilcisi, Jessup kasabasında öldürülür. Cinayet soruşturması için kasabaya gelen iki FBI ajanı, kısa süre içinde, olayın ardında güçlü bir ırkçılık hareketinin yattığını fark eder ve araştırmalarını derinleştirir.

 

Biri, “sonradan FBI’a girmiş eski şerif, sağ-kanat cumhuriyetçi”, diğeri “kuzeyli, akademik ve liberal demokrat” iki ajan arasındaki çelişmeler, Ku Klux Klan ve FBI arasındaki mücadele ile atbaşı gidecektir…

 

Daha açılıştaki o “çok çarpıcı” cinayet sahnesiyle birlikte anlaşılıyor bunun bir Amerikan yapımı olduğu ne yazık ki. Parker da kabul ediyor: ”Her filmin arkasında bir sanayi, bir ticari baskı vardır. Beverly Hills’da oturup, her sabah stüdyoya BMW’nizle gidiyorsanız, değil ırkçılık, toplumsal yaşamın hiçbir biçimiyle ilişki kurmazsınız.”

 

Ama Mississippi Burning, her şeye rağmen, ırkçılık konusunda etkileyici bir tavır koyan, bu tehlikeyi gündeme getiren bir film. Parker de tamamlıyor sözlerini zaten: “Bir takım şeyleri değiştirecek olan, filmciler değil seyircilerdir!”

 

Birdy, The Wall ve Midnight Express gibi, hep yoğun tartışmaların ortasında kalan filmler yapmış bir yönetmen Parker.

 

Mississippi Burning, seyirciyi “kalbinden vurma”yı amaçlayan kimi sahnelerinin ustalığı (kilise baskını ve ev kundaklanması sırasında, tüm dış-seslerin geriye çekilmesi ve yüksek volümlü blues’ların fon olarak kullanılması; kurgu, kamera, oyunculuk mükemmelliği) dışında, sıradan ve tipik bir Amerikan filmi yalnızca…

 

Geriye kala kala, bir tek “sosyal içeriği” kalıyor. Bu bağlamda filmin çok eleştirilen “tarihsel deformasyon”unun, Hollywood tanıtım taktiklerinin bir parçası olduğu hiç akla gelmiyor mu acaba?

 

Filmin, Time’a kapak olacak kadar yoğun bir tartışmanın (ve saldırının) ortasında kalması, Parker’ın da alttan alta ‘tarihsel gerçeklere bağlı kalmamasının bir seçim olduğunu’ vurgulaması, bunun bilinçli ve çok zeki bir oyun olduğunu hiç düşündürtmüyor mu?

 

Varsın olsun. Irkçılığın, insanları nasıl kolayca avlayıverdiğini, bu tehlikenin ne kadar korkunç boyutlara varabileceğini bir kez daha gündeme getiriyor ya.

 

Gene Hackman’ın oyunculuğuna, Peter Biziou’nun görüntülerine, Trevor Jones’un müziklerine de şapka çıkarılır.

 

Parker’ın işbilirliğine de tabii. Kendisi için bir geri adım, en iyimser yorumla bir “yerinde sayma” bu film; ama onun sorunu. Bize seyretmek ve düşünmek kalıyor…

 

 

Mississippi Burning (Mississippi Yanıyor)

Y: Alan Paker, S: Chris Gerolmo, G: Peter Biziou, YT: Philip Harrison, Geoffrey Kirkland, SY: John Willett, M: Trevor Jones, K: Gerry Hambling, O: Gene Hackman, Willem Dafoe, Frances McDormand, Brad Dourif, R. Lee Ermey, Stephen Tobolowsky, Michael Rooker, Pruitt Taylor Vince, Kevin Dunn. 1988.

Hiç yorum yok: