Politikada “Z” de, sinemada ne?
(İtiraf,
Sıkıyönetim, Kayıp gibi ünlü politik filmlerin Yunan asıllı Fransız yönetmeni
Costa Gavras’ın, Vassilis Vassilikos’un aynı adlı “belge-roman”ından, bir dönem
İspanya Kültür Bakanı olan Jorge Semprun’un senaryosuyla uyarladığı Ölümsüz,
solcu milletvekili Lambrakis’in 22 Mayıs 1963’te faşistler tarafından
tertiplenen bir suikaste kurban gitmesinin ardından, bir dönem Yunanistan
Cumhurbaşkanı olan sorgu yargıcı Sartzetakis’in yürüttüğü soruşturmayı
anlatıyor.)
Yine
yanıldım. Bu kez, sinema güme gitmeyecek sanmıştım. Oysa, yine unuttular. ”Dört
dörtlük bir film”, “usta, kıvrak, coşkulu bir anlatım” (virgülleri ben koydum)
dediler. Upuzun yazıların son paragraflarını sıkıştırılmış, bu müthiş
“görüş”ler dışında, sinema adına hiçbir şey söylemiyordu sinema yazarlarımız.
Her şey tek bir odaktan görülüyordu: Politik açıdan çok önemliydi Z ya da
Ölümsüz. Dünyada hala güncelliğini koruyan şeyler anlatılıyordu. Hatta çok
yakın bir geçmişte yaşadıklarımızın tıpkısı görüntüler vardı. Sezar’ın hakkı
Sezar’a, gerçekten de öyleydi. Daha ne olsun”du”?
Bir
filme, salt bir seyirci olarak bakarsanız, başka bir şey olmasına gerek yoktu
belki de. Ama sinema yazarı olarak bakarsanız, işin rengi değişiyordu.
Gothic’e, salt bir “sinemasal çılgınlık” diye yaklaşıp ardında yatan “yaratma
süreci” sorununu es geçen anlayış, Ölümsüz’e de faşizmin iğrenç oyunlarını
sergileyen bir politik metin gibi bakıp sinemasal yanını boş vermişti oysa…
Evet,
Ölümsüz’ü herkes görmeli tabii. Anlattığı şeyler çok önemli. Ama, bir sinema
yazarı olarak, filmde dümdüz verilen, görme kusurlular dışında her gidenin
anlayabileceği bu olayları bir kez de gazete-dergi sayfalarında yazıya dökmenin
anlamsızlığı çok açık!
Yapılması
gereken, anlatılanın nasıl anlatıldığına biraz “eleştirel” yaklaşabilmek.
Derdiniz “gidin, gitmeyin” usulü tanıtım yazıları değilse tabii. Benim amacım
da bir sinema eserine, sinemasal değeri açısından bakmak!
Ölümsüz’ün,
bugün için, daha baştan bir dezavantajı var;1968’de çekilmiş. 21 yıl öncesinin
sinema ortamı için belki olumlanacak anlatımı, oldukça büyük zaaflar içeriyor,
bugünden bakınca…
Gavras’ın
ilk iki filmi, önemsiz polisiyeler: Caniler Ekspresi ve Onüçüncü Adam. Bu
filmlerde hızlı bir anlatımın peşinden koşuyor. Kaçıp- kovalamacalar gırla…
Gavras,
Ölümsüz’de de bir polisiye çekiyormuş havasına giriyor zaman zaman.
“Duvarcı”nın giden kamyonun arkasına atlayarak suikastçı ile dövüşmesi; bir
dernek üyesinin arabayla ezilmek istenişi…
Bu
sahnelerin gereksizce uzatılması, hem filmin sakınmasız politikliğini
zedeliyor, hem de tempoyu düşürüyor.
Tempoyu
düşüren senaryo aksaklıkları da var. Kimi kişiliklerin ayrıntılarına fazlaca
kaptırıyor kendini film. Sanki senaryo, romanın bazı yerlerini elerken, bazı
sayfalarının peşinden sürüklenmiş. Örneğin, “gönüllü tanık” Nikitas’ın aile
ilişkileri…
Suikastçının
eşcinselliğine de fazla takılmış Gavras. Evet, böyle “küçük adam”larda,
“erkeklik” sonunda gelip “oğlancılığa” kadar dayanabiliyor. Ama, Ölümsüz gibi
keskin politik bakış içeren bir filmde, bunun gereksiz ve biraz bayağı kaçan
bir ayrıntı olduğunu düşünüyorum. Çünkü, Gavras’ın parmak bastığı faşizmin
yükselişi, devlet gücü ve işbirlikçilik ile toplumsal muhalefetin zorbalıkla
ezilmesi gibi olgular varken, faşizmin eşcinsellikle bağlantısı epey alt düzeyde
bir mesele olarak kalıyor.
Gavras,
ele aldığı olaya, çeşitli karakterler çizerek, “kişilikler” düzeyinde yaklaşan
bir tutum benimseseydi, doğru olabilirdi bu. Ama onun yaptığı olayın içine
doğrudan dalmak, panoramik bir suikast öyküsü anlatırken, ardında yatan politik
düzenbazlıkları da sergilemek.
Filmin
kurgu ve kamera kullanımındaki yaraları da az değil. Açılış sahnesindeki
tutarsız plan bağlantıları, dengesiz zoom’lar; Lambrakis’in karısının hastaneye
ilk gelişindeki konsültasyon sahnesinde; sonra gördüğü ameliyat flashback’inde;
Nikitas’ın pencere önündeki sırt ve profil çekimlerin bağlanışında da sürüyor.
Bir
de, altyazı çevirilerinden kaynaklanan yanlış ya da eksik anlamalar var.
Jandarma
generalinin “böyle sapıklıklarım yoktur” diye söz ettiği, “baleye gitmek”
değil, “dansçıların bacaklarını izlemek”tir (sözü geçen bale Bolşoy’dur, bilmem
bir şey ifade ediyor mu?)…
Filmde
Nikitas, Yangos’un, çırağına “en şanslımız sensin” dediğini söylüyor. Bu da alt
yazılara göre, ya da Gavras’ın yeterince vurgulamaması sonucu, oldukça havada
bir söz olarak kalıyor. Oysa, Nikitas’ın çırağı sağır – dilsizdir; sözün anlamı
da buradan doğar.
Ama Ölümsüz’ün sinema adına olumlu karşılanacak özellikleri de yok değil. Öncelikle oyuncu seçiminde, mümkün olduğunca, masklardan kaçınılmış; kötü adamların hepsi kötü adam gibi durmuyor…
Gösteri
sahnelerindeki, belgeselciliğe yaklaşan tavır, Gavras’ın bakışını destekliyor…
“Güvenlik
güçleri” yetkililerinin, sorgu savcısı tarafından teker teker suçlandığı
sahnenin temposu, “keşke bütün filmde olsaydı” dedirtecek kadar iyi yakalanmış…
Oyunculuklar,
elbette başarılı…
Thedorakis’in
müziği, bu film için biraz turistik kaçsa da nitelikli…
Ama
tüm bunlar bile filmi “dört dörtlük” yapmıyor ne yazık ki…
Ölümsüz’ü
en çok sol kesim izleyecek belli ki. Film, salt faşist tertipler açısından
değerlendirilmemeli. Solun kendine ait kimi olgular açısından da durup
düşünülmesi gereken ipuçları var Ölümsüz’de:
“Lider”e
bakış… Legal mücadele-illegal mücadele tartışması…ve tahlil sorunu!
Ne
diyor soruşturma bitip, yetkililer hakkında dava açıldığında, bir barış derneği
üyesi: “Gerçek bir devrim bu! Hükümet çökecek. Aşırılar temizlenecek.”
Ama,
dava bitip hükümet istifa ettikten sonra, seçimler yapılmadan, ordu yönetime el
koymuştu Yunanistan’da; ve bir generalin dediği gibi, “partisiz, sağsız-solsuz
bir ülke” oluşturmak için, cunta kolları sıvamıştı. Sonra bir güzel yıkıldılar,
ama süreç hayli kanlıydı!
Ölümsüz
bol ödüllü bir film aynı zamanda.1969 Cannes’da, en iyi erkek oyuncu (Jean
Louis Trintignant) ve jüri özel ödülü (Costa Gavras). Yine aynı yıl, en iyi
yabancı film ve kurgu Oscar’ları…
Costa-Gavras’ın
şöyle bir sözü var: ”Genel anlamda, esaslı politik düşüncelere sahip oldukları
için pek gururlanan solcu aydınlardan hoşlanmıyorum. Biraz gülünç buluyorum
onları. Zaten böyle aydınlara çok rastlanan ülkelerde, bu adamları genellikle
sağcılar yönetir”.
Birden
aklıma geliverdi!
Z
(Ölümsüz)
Y:
Costa- Gavras, S: Vassilis Vassilikos’un romanından Jorge Semprun,
G:
Raoul Coutard, YT: Jacques D’Ovidio, M: Mikis Theodorakis, K: Françoise Bonnot,
O: Jean- Louis Trintignant, Jacques Perin, Yves Montand, François Perier, İrene
Papas, Charles Denner. 1968.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder