7 Kasım 2015 Cumartesi

Z (Ölümsüz)

Politikada “Z” de, sinemada ne?



(İtiraf, Sıkıyönetim, Kayıp gibi ünlü politik filmlerin Yunan asıllı Fransız yönetmeni Costa Gavras’ın, Vassilis Vassilikos’un aynı adlı “belge-roman”ından, bir dönem İspanya Kültür Bakanı olan Jorge Semprun’un senaryosuyla uyarladığı Ölümsüz, solcu milletvekili Lambrakis’in 22 Mayıs 1963’te faşistler tarafından tertiplenen bir suikaste kurban gitmesinin ardından, bir dönem Yunanistan Cumhurbaşkanı olan sorgu yargıcı Sartzetakis’in yürüttüğü soruşturmayı anlatıyor.)


Yine yanıldım. Bu kez, sinema güme gitmeyecek sanmıştım. Oysa, yine unuttular. ”Dört dörtlük bir film”, “usta, kıvrak, coşkulu bir anlatım” (virgülleri ben koydum) dediler. Upuzun yazıların son paragraflarını sıkıştırılmış, bu müthiş “görüş”ler dışında, sinema adına hiçbir şey söylemiyordu sinema yazarlarımız. Her şey tek bir odaktan görülüyordu: Politik açıdan çok önemliydi Z ya da Ölümsüz. Dünyada hala güncelliğini koruyan şeyler anlatılıyordu. Hatta çok yakın bir geçmişte yaşadıklarımızın tıpkısı görüntüler vardı. Sezar’ın hakkı Sezar’a, gerçekten de öyleydi. Daha ne olsun”du”?



Bir filme, salt bir seyirci olarak bakarsanız, başka bir şey olmasına gerek yoktu belki de. Ama sinema yazarı olarak bakarsanız, işin rengi değişiyordu. Gothic’e, salt bir “sinemasal çılgınlık” diye yaklaşıp ardında yatan “yaratma süreci” sorununu es geçen anlayış, Ölümsüz’e de faşizmin iğrenç oyunlarını sergileyen bir politik metin gibi bakıp sinemasal yanını boş vermişti oysa…

Evet, Ölümsüz’ü herkes görmeli tabii. Anlattığı şeyler çok önemli. Ama, bir sinema yazarı olarak, filmde dümdüz verilen, görme kusurlular dışında her gidenin anlayabileceği bu olayları bir kez de gazete-dergi sayfalarında yazıya dökmenin anlamsızlığı çok açık!



Yapılması gereken, anlatılanın nasıl anlatıldığına biraz “eleştirel” yaklaşabilmek. Derdiniz “gidin, gitmeyin” usulü tanıtım yazıları değilse tabii. Benim amacım da bir sinema eserine, sinemasal değeri açısından bakmak!

Ölümsüz’ün, bugün için, daha baştan bir dezavantajı var;1968’de çekilmiş. 21 yıl öncesinin sinema ortamı için belki olumlanacak anlatımı, oldukça büyük zaaflar içeriyor, bugünden bakınca…

Gavras’ın ilk iki filmi, önemsiz polisiyeler: Caniler Ekspresi ve Onüçüncü Adam. Bu filmlerde hızlı bir anlatımın peşinden koşuyor. Kaçıp- kovalamacalar gırla…

Gavras, Ölümsüz’de de bir polisiye çekiyormuş havasına giriyor zaman zaman. “Duvarcı”nın giden kamyonun arkasına atlayarak suikastçı ile dövüşmesi; bir dernek üyesinin arabayla ezilmek istenişi…

Bu sahnelerin gereksizce uzatılması, hem filmin sakınmasız politikliğini zedeliyor, hem de tempoyu düşürüyor.



Tempoyu düşüren senaryo aksaklıkları da var. Kimi kişiliklerin ayrıntılarına fazlaca kaptırıyor kendini film. Sanki senaryo, romanın bazı yerlerini elerken, bazı sayfalarının peşinden sürüklenmiş. Örneğin, “gönüllü tanık” Nikitas’ın aile ilişkileri…

Suikastçının eşcinselliğine de fazla takılmış Gavras. Evet, böyle “küçük adam”larda, “erkeklik” sonunda gelip “oğlancılığa” kadar dayanabiliyor. Ama, Ölümsüz gibi keskin politik bakış içeren bir filmde, bunun gereksiz ve biraz bayağı kaçan bir ayrıntı olduğunu düşünüyorum. Çünkü, Gavras’ın parmak bastığı faşizmin yükselişi, devlet gücü ve işbirlikçilik ile toplumsal muhalefetin zorbalıkla ezilmesi gibi olgular varken, faşizmin eşcinsellikle bağlantısı epey alt düzeyde bir mesele olarak kalıyor.



Gavras, ele aldığı olaya, çeşitli karakterler çizerek, “kişilikler” düzeyinde yaklaşan bir tutum benimseseydi, doğru olabilirdi bu. Ama onun yaptığı olayın içine doğrudan dalmak, panoramik bir suikast öyküsü anlatırken, ardında yatan politik düzenbazlıkları da sergilemek.

Filmin kurgu ve kamera kullanımındaki yaraları da az değil. Açılış sahnesindeki tutarsız plan bağlantıları, dengesiz zoom’lar; Lambrakis’in karısının hastaneye ilk gelişindeki konsültasyon sahnesinde; sonra gördüğü ameliyat flashback’inde; Nikitas’ın pencere önündeki sırt ve profil çekimlerin bağlanışında da sürüyor.

Bir de, altyazı çevirilerinden kaynaklanan yanlış ya da eksik anlamalar var.

Jandarma generalinin “böyle sapıklıklarım yoktur” diye söz ettiği, “baleye gitmek” değil, “dansçıların bacaklarını izlemek”tir (sözü geçen bale Bolşoy’dur, bilmem bir şey ifade ediyor mu?)…

Filmde Nikitas, Yangos’un, çırağına “en şanslımız sensin” dediğini söylüyor. Bu da alt yazılara göre, ya da Gavras’ın yeterince vurgulamaması sonucu, oldukça havada bir söz olarak kalıyor. Oysa, Nikitas’ın çırağı sağır – dilsizdir; sözün anlamı da buradan doğar.



Ama Ölümsüz’ün sinema adına olumlu karşılanacak özellikleri de yok değil. Öncelikle oyuncu seçiminde, mümkün olduğunca, masklardan kaçınılmış; kötü adamların hepsi kötü adam gibi durmuyor…

Gösteri sahnelerindeki, belgeselciliğe yaklaşan tavır, Gavras’ın bakışını destekliyor…

“Güvenlik güçleri” yetkililerinin, sorgu savcısı tarafından teker teker suçlandığı sahnenin temposu, “keşke bütün filmde olsaydı” dedirtecek kadar iyi yakalanmış…

Oyunculuklar, elbette başarılı…

Thedorakis’in müziği, bu film için biraz turistik kaçsa da nitelikli…

Ama tüm bunlar bile filmi “dört dörtlük” yapmıyor ne yazık ki…



Ölümsüz’ü en çok sol kesim izleyecek belli ki. Film, salt faşist tertipler açısından değerlendirilmemeli. Solun kendine ait kimi olgular açısından da durup düşünülmesi gereken ipuçları var Ölümsüz’de:

“Lider”e bakış… Legal mücadele-illegal mücadele tartışması…ve tahlil sorunu!

Ne diyor soruşturma bitip, yetkililer hakkında dava açıldığında, bir barış derneği üyesi: “Gerçek bir devrim bu! Hükümet çökecek. Aşırılar temizlenecek.”

Ama, dava bitip hükümet istifa ettikten sonra, seçimler yapılmadan, ordu yönetime el koymuştu Yunanistan’da; ve bir generalin dediği gibi, “partisiz, sağsız-solsuz bir ülke” oluşturmak için, cunta kolları sıvamıştı. Sonra bir güzel yıkıldılar, ama süreç hayli kanlıydı!

Ölümsüz bol ödüllü bir film aynı zamanda.1969 Cannes’da, en iyi erkek oyuncu (Jean Louis Trintignant) ve jüri özel ödülü (Costa Gavras). Yine aynı yıl, en iyi yabancı film ve kurgu Oscar’ları…

Costa-Gavras’ın şöyle bir sözü var: ”Genel anlamda, esaslı politik düşüncelere sahip oldukları için pek gururlanan solcu aydınlardan hoşlanmıyorum. Biraz gülünç buluyorum onları. Zaten böyle aydınlara çok rastlanan ülkelerde, bu adamları genellikle sağcılar yönetir”.

Birden aklıma geliverdi!



Z (Ölümsüz)
Y: Costa- Gavras, S: Vassilis Vassilikos’un romanından Jorge Semprun,

G: Raoul Coutard, YT: Jacques D’Ovidio, M: Mikis Theodorakis, K: Françoise Bonnot, O: Jean- Louis Trintignant, Jacques Perin, Yves Montand, François Perier, İrene Papas, Charles Denner. 1968.

Hiç yorum yok: