Mülkiyet
sınırında boşanma savaşları...
Tam
da Amerikan toplumuna yakışan bir boşanma savaşı!
Elbette
biraz abartılmış. Zaten, daha açılış planıyla, böyle olacağı belli: Kamera,
eski Hollywood romantik filmlerinin havasıyla, fonda bir orkestra müziği
eşliğinde, pırıl pırıl beyaz bir kumaşın kıvrımlarında, “bu çarşafın sonu,
birbirlerine sarılmış bir erkek ve bir kadına ulaşır” diye düşünecekken, bir de
ne görüyorsunuz; avukat Gavin’in mendiliymiş bu!
Önce
Arnold Schwarzenegger’la birlikte “İkizler”de izlediğimiz, sonra “Annemi
Trenden Nasıl Atarım”da yönetmen olarak da gördüğümüz güldürü ustası Danny De
Vito, yine hem oynuyor, hem yönetiyor “Güllerin Savaşı”nı.
Onun
kadar usta iki oyuncuya da, yeteneklerini konuşturma fırsatı veriyor: “San
Fransisco Sokakları”ndan “Borsa”, “Öldüren Cazibe”, “Kara Yağmur” gibi filmlere
varan Michael Douglas ile, “Prizziler’in Onuru”ndan “Zoraki Turist”e kadar
görkemli bir oyunculuk kariyeri edinen Kathleen Turner. Bu ikili, “Nil’in
İncisi”nden sonra yine beraber. Üstelik, bir süre sonra Percy Adlon’ın enfes
filmi “Bağdat Cafe”de izleyeceğimiz Marianne Sagebrecht eşliğinde. Hem de ne
biçim!..
Bir
antika müzayedesindeki çekişmede tanışıp, aynı gece ateşli biçimde sevişen, sonra
da evlenen, Barbara ve Oliver Rose çifti.
Barbara
beden eğitimi, Oliver hukuk okumuş, aradan yıllar geçtikten sonra ise, dar
gelirli bir avukat ile, Noel gecesi bile garsonluk yapan bir kadın olmuşlar.
Maddiyatçılıkları,
daha o Noel gecesi belli: Barbara’nn sokağa çıkıp dolaşma teklifini asık
suratla kabul eden Oliver, karısının bir araba hediye ettiğini görünce,
çılgınlar gibi seviniyor.
Sonrası
mı? Sonrası “Rose çiftinin önlenemez yükselişi” elbet. Oliver, çalıştığı hukuk
bürosuna ortak oluyor, sonunda da patronluğa yükseliyor. Barbara ise, “yuvayı”
kurmakla uğraşıyor. Bir kız ve bir oğlan çocuğunu yetiştirmek, bu arada da,
satın aldıkları evi, iyi döşenmiş, gerçek bir “malikane”ye çevirmek. Bunları
başarıyor Rose çifti.
Ne
var ki, Oliver’in başarılı iş hayatı yanında, Barbara’nın giderek sıkıcılaşan
evkadınlığı, iplerin kopmasına neden oluyor. “Aşk ile nefret arasında çok ince
bir sınır vardır” ya, giderek öyle oluyor, aşk nefrete, nefret de savaşa
varıyor.
Barbara,
Oliver’ın köpeğine, Oliver, Barbara’nın kedisine diş biliyor önceleri, küçük
çekişmeler, atışmalar derken, büyük kapışmaya geliyor sıra:
Boşanacaklar,
ama görkemli “yuva” kimin olacak? “Oliver’ın parası” varsa, “Barbara’nın da
emeği” var o evde. Üstelik, Baccarat kristallerine, Staffordshire
porselenlerine, ilişkilerinden daha çok önem veren bir karı-koca onlar.
Anlaşmazlıkları, “çocuklar kimde kalacak” diye değil, “ev kimde kalacak” diye.
Oysa ikisi de bırakmaya niyetli değil.
Sonunda,
evi parselleyip, ikisi de kalıyorlar, ama bütün gemiler yakıldıktan sonra, bu
evin bir “savaş alanı”na dönüşmesi kaçınılmaz!
Filmin
asıl tadı da, bu savaşla başlıyor zaten. “Yuppie” ideolojisinin altında kalmış
beraberliklerin traji-komik öyküsünden, kaçınılmaz bir “ev muhaberesi”nin
gerilimine varıyor De Vito. Giderek, ağır ritmi hızlanıyor, planlar kısalıyor,
çerçeveler küçülüyor ve kahkahayla ciddiyet arasında ince bir denge tutturan
film, trajediyle son buluyor.
“Kazanmanın
olmadığı, yalnızca az ya da çok kaybın olduğu” bu savaş, “aşkta ve nefrette
kadınlar her zaman üstündür” sözünün üzerinde tepiniyor.
Oysa,
mesele Barbara’nın “imkansızlığı”nda değil. Barbara ile Oliver’in
“çıkışsızlığı”nda!
Neyse
ki, “böyle bir savaşa gireceksen, hiç boşanma daha iyi” mesajı, komikliğin
bölgesinde kalıyor.
De
Vito, bir zamanlar Hollywood’un cilalayarak sunduğu “evlilik rüyaları”nı bir
“kabus” haline getirirken, Michael Douglas-Kathleen Turner ikilisi de, keyifli
bir oyunculuk gösterisiyle, evdeki cehennemin zebanileri oluyorlar.
The
War of the Roses (Güllerin Savaşı)
Y:
Danny DeVito, S: Warren Adler’ın romanından Michael Leeson, G: Stephen Burum,
YT: Ida Random, SY: Marf Mansbridge, K: Lynzee Klingman, M: David Newman, O:
Michael Douglas, Kathleen Turner, Danny De Vito, Marianne Sagebrecht, Sean
Astin, Heather Fairfield. 1989.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder