Bar Kelebeği...
Yaratıcılık,
Pasolini’nin dediği gibi, “yaşama içgüdüsüne zarar vermek”se eğer, yaşamla
sürekli bir çelişmeyi, çekişmeyi gerektiriyor elbet. Dünyaya dair bir sorunuz,
yaşama dair bir sorununuz olmalı.
Henry
Chimaski, Charles Bukowski’nin filmdeki izdüşümü, dünyayla ve yaşamla böylesi
bir çelişme / çekişmeyi, kenar mahalle barlarında, ayyaşların arasında, “alt
tabaka”nın içinde buluyor.
İnsanlardan
nefret etmese de, “etrafında olmadıkları zaman kendini daha iyi hisseden”, kaba
görünümlü bir ince yaratıcı Henry: Şiirini içinde yaşadığı pislikten süzüyor.
“Bazıları
asla çıldıramazlar, ne çekilmez bir hayat onlarınki” diyen bu adamın sevgilisi
de, kendisi gibi ayyaş bir başka bar kuşu olan Wanda. O ise yaşamla çelişmesini
“nefret”le özetliyor, “İnsanlardan… Polislerden… Nefret ediyorum” diyerek…
Ve
birlikte dalıyorlar, Tracy Chapman şarkılarındaki, “Amerika’nın arka
sokakları”na, rüyanın öteki yüzüne, fakirliğe, pisliğe, alkole…
Belirlilikten,
sıradanlıktan nefret eden Henry’yi, “olmak istemediği şeyler, yapmak istemediği
işler, gitmek istemediği yerler” yoruyor, “birisi, ‘herkes bir şey olmalı’
kuralını koymuş diye”… Wanda ile birlikte yapacakları tek şey “birbirleri için
içmek”tir oysa…
Henry,
yazdıklarını sanat dergilerine postalasa da, “öldükten sonra keşfedilmeyi”
bekliyor daha çok…Wanda kafasını yardığında, aynanın karşısına geçip kanlı
yüzünü seyrederek de şiir üretmesini biliyor Henry…
Yaratı
yaratıcıyla, çılgınlar çılgınlarla, fakirler fakirlerle, marjinaller
marjinallerle buluşuyor eninde sonunda (Ece Ayhan, Henry ile Wanda’yı çok
severdi herhalde)…
Beat
Kuşağı’nın önemli şairlerinden Charles Bukowski’nin, özyaşamsal öğeler taşıyan,
“sinemadan nefret ettiği”ni belli edercesine tiyatral bir yapıda yürüyen, bir
mekanda fazlaca duran (ama hiç sıkıcılığa düşmeyen), diyalogları üzerinde epey
kafa yorulmuş senaryosuna dayanarak çekilmiş Barfly…
Chaiers
du Cinéma’da Jean-Luc Godard’ın asistanlığını yapmış, eski eleştirmen, Alman
asıllı Fransız yönetmen Barbet Schroeder, hiçbir kaygı duymadan, tiyatral bir
film yapmanın da kendine özgü bir tadı olacağının bilincinde, düzgün bir film
çıkarmış ortaya, kimi zaman absürde varan abartmalara da girerek…
Schroeder’in
yönetiminde, Wim Wenders’in hemen bütün önemli filmlerinin görüntü
yönetmenliğini yapmış olan Robby Müller’in kamerası, Henry ile Wanda’nın “pis” çevresine yöneliyor, bu iki insanın
“içine” girmeye çalışırken. Objektifi kirleniyor kameranın, set kirli, ışıklar
tozdan parlaklığını yitirmiş. Ama Barfly’ın tadı o “pislik”ten süzülüyor yine…
Müthiş Mickey Rourke ve çarpıcı Faye Dunaway’in oyunculuk sololarıyla…
Barfly’ın
özeti: Yoldan geçerken, “ateşiniz var mı?” dediler diye, “adamdan sayılma”nın
sevinciyle gözleri parlayan yaşlı ayyaş!
Barfly
(Bar Kelebeği)
Y:
Barbet Schroeder, S: Charles Bukowski, G: Robby Müller, YT: Bob Ziembicki, M:
Jack Baran, K: Eva Gardos, O: Mickey Rourke, Faye Dunaway, Alice Krige, Jack
Nance. 1987.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder