Sarsıcı
bir yönetmenin seks ve şiddet masalı
Cannes
Şenliği’nde en iyi film ödülünü, yuhalamalar ve alkışlarla karışık alan Vahşi
Duygular, ülkemizde Fil Adam ve Mavi Kadife filmleriyle tanınan yönetmen David
Lynch’in en “aşırı” çalışması.
Bu
bakımdan, önceki filmlerinden de fazla ´´bıçak sırtında´´nda: İyi ile kötü
arasındaki ince sınır üzerinde duruyor…
Çünkü
Lynch, günümüzde birçok insanın taşıdığı korkularını ve tiksintilerini, sanatçı
duyarlılığı ve becerisiyle perdeye aktarmış. Çevremizde gördüğümüz,
görebileceğimiz ne kadar çirkinlik, kötülük, iğrençlik ve çürümüşlük varsa, bu
filme toplamış sanki. Böylece, insanı rahatsız eden, sarsıcı ve sorgulatıcı bir
bütün çıkarmış ortaya. Tepki duyacaksak, filme değil, bu filmi yaptıran dünyaya
duymalıyız!..
Öykü
son derece basit: Kendisine bıçak çeken bir adamı öldürdüğü için girdiği
hapishaneden çıkan genç Sailor, sevgilisi Lula ile yeniden buluşuyor ve ilişkilerini
engellemeye çalışan “kötü anne” Marietta ile onun peşlerine taktığı dedektif ve
katilden kaçmak için, Amerika’nın derinliklerine doğru yola düşüyorlar
arabayla. Bu yolculuk boyunca, serseriler, katiller, fahişeler, porno filmciler,
trafik kazaları, cinayetlerle dolu bir dünyayla karşılaşacaklardır…
David
Lynch, sinema estetiğine çok hakim, belli bir görsel tarza sahip bir yönetmen.
Bu yüzden, filmdeki tüm “aşırılık”lar, “sertlik”ler, alabildiğine etkili
oluyor: Müzik, kamera ve kurgu baş döndürücü, oyunculuklar ise, filmin
mantığına çok uygun bir abartıyla ortaya konulmuş ve ustaca…
Daha
ilk görüntüyle, çok yakın çekilmiş bir kibrit aleviyle, Lynch bunun abartılmış
bir öykü olacağını belli ediyor. Ve iki saat boyunca, tüm karakterlerin, tüm
olayların, tüm görüntülerin en uç noktalarda sergilendiği bir film
izliyorsunuz. Ama tüm bunlar, her an var olan gerçekler aslında. Lynch, yaşanan
şiddeti ve tehlikeyi alıp önümüze koyuyor, yalnızca abartıyla yoğurarak…
Tam
bu noktada, filmin barındırdığı ikilem çıkıyor karşımıza: İlk olarak, bu
abartı, bu aşırılık, izleyen üzerindeki etkiyi zedeleyebilir, “yok canım, böyle
şey olmaz” duygusuna götürebilir. İkincisi ve daha önemlisi, bunca aşırı şiddet
unsuru, sonunda izleyeni şiddete alıştırabilir! Ki, filmi izlediğim seansta,
seyircilerin büyük kısmı, dağılan beyinlere, kopan ellere, uçan kafalara,
yerlere saçılan kanlara, kahkahayla karşılık veriyordu. Bu garip tepkide, Vahşi
Duygular gibi, bolca şiddet görüntüleri içeren filmlerin payı olduğu reddedilebilir
mi? Yine de, aynı görüntülere kahkahalarla gülenlerin yanı sıra, benim gibi
midesi bulanan ve siniri bozulanlar da olduğuna göre, bu bir bilinç sorunudur:
Her sanat eseri gibi, Vahşi Duygular’ın da son niteliğini belirleyecek olan,
seyircinin ta kendisidir.
Aynı
tehlike, filmde büyük ağırlık taşıyan cinsellik için de geçerlidir örneğin.
Birçok kişi, cüretli sevişme sahnelerinden, bir seks filmi izlenimi alabilir.
Ama, Lynch’in bu konuya verdiği önem, cinselliği, “hayatın yaşamaya değer
olduğuna dair bir sinyal” gibi görmesindedir. Oysa cinsellik de, şiddeti
barındırmaktadır Lynch’in filmlerinde; şehvetten zorbalığa uzanan bir çizgide.
Her konuda olduğu gibi, ateş vardır yine: Sailor ve Lula, bu çekilmez dünyada,
birbirlerini delice sevmekte, bu sevgiyi, belki de onca şiddetin arasında,
yalnızca cinsellikle yaşayabilmektedir. Durmadan sevişir, tehlikelere
duydukları tepkiyi, rock müziği eşliğinde tepinerek dışavurular…
Belki
de, tek başına Elvis Presley taklidi, filmin tüm temasını ortaya seriyor: Bir
adamın kafasını yerlere vurarak beynini dağıtan Sailor, şimdi yumuşak, sevecen
bir adamdır ve sevdiği kadına romantik bir şarkı söylemektedir. O, hem
duygusallığı, hem de sertliği barındırmaktadır kendisinde, ve şarkısını
dinleyen kadınların hayran çığlıklarla, isterik bağırışlarla verdiği karşılık,
yaydığı kültürün güçlü kanıtıdır…
Tıpkı,
şiddet görüntülerine gülenler gibi…Tıpkı, insanların cıvıl cıvıl, mutlulukla
dolaştığı bir caddeden geçip, köşeyi döndüğünüzde, vahşi bir cinayete tanık
olabileceğiniz bu dünya gibi…Tıpkı, yaşam coşkusuyla evinize dönerken, sizi
soymak için karşınıza çıkan biri tarafından bıçaklanabileceğiniz bu dünya gibi…
Herşeyin iki yüzü var. Her türlü kötülüğü ve çirkinliği filmine taşıyan,
alabildiğine karamsar görünen Lynch’in sinemasının bile: Onca rahatsız edici
sahnelerden sonra, ulaşılan “mutlu son” gibi…
Yine
aynı yerdeyiz işte: Dünya, ikilemlerin dünyası!..
Evet,
Lynch’in dediği gibi bir “peri masalı”
belki de Vahşi Duygular, ama bu korkutucu dünyada mümkün olabilecek bir
peri masalı…
Wild
at Heart (Vahşi Duygular)
Y:
David Lynch, S: Barry Gifford’ın romanından David Lynch, G: Frederick Elmes,
YT: Patricia Norris, K: Duwayne Dunham, M: Angelo Badalamenti, O: Nicolas Cage,
Laura Dern, Willem Dafoe, Diane Ladd, Harry Dean Stanton, Isabella Rossellini,
Grace Zabriskie, Sherilyn Fenn. William Morgan Shepard. 1990.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder