David
Lynch’in dikkate değer diğer filmleri: The Elephant Man (1980), The Straight
Story (1999)…
Filmlerle ilgili izlenimler... Ayrıca, 1987 yılından bugüne çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmış film eleştirilerimi arada bir sunuyorum, bizim kuşaklar hatırlamaktan, yeni kuşaklar öğrenmekten keyif alırlar, başka filmleri keşfetmek için bir çıkış noktası olarak alırlar umarım...
22 Aralık 2019 Pazar
Lost Highway (Kayıp Otoban)
Kayıp
otoban
“Mavi
Kadife”, “Vahşi Duygular” ve “İkiz Tepeler”in yönetmeni David Lynch, yine
kapalı kutu, alabildiğine karmaşık, iyice anlaşılmaz bir film yapmış.
Anlatmaya
değil çağrıştırmaya, göstermeye değil sezdirmeye çalıştığı söylenebilir, ama
kısaca, hikayesini değil imajlarını önemseyen bir yönetmenle karşı karşıya
olduğumuz kesin.
“Postmodern”
bir sinema tarzı tutturduğu, kendine özgü karanlık ve karamsar bir atmosfer
kurduğu söylenen Lynch’in, kişileri ve olayları “olağandışı” , ama asıl
önemlisi görsel dünyası olağanüstü.
Belki
de “Kayıp Otoban”, müthiş bir görsel tasarım yeteneğinin,
kamera-ışık-dekor-kostüm çalışması ile beyazperdeye yansıttığı görüntülere
zevkle ve heyecanla bakmak için seyredilebilir.
Ama
ne yazık ki hepsi bu galiba…
Lost
Highway (Kayıp Otoban)
Y:
David Lynch, S: David Lynch, Barry Gifford, G: Peter Deming, YT: Patricia
Norris, SY: Russell Smith, K: Mary Sweeney, M: Angelo Badalamenti, O: Bill
Pullman, Patricia Arquette, John Roselius, Louis Eppolito, Jenna Maetlind.
1997.
Twin Peaks: Fire Walk With Me (İkiz Tepeler: Ateş Benimle Yürür)
“Gibi”
yapan bir film!
Bütün
dünyada yankılar yaratan televizyon dizisi “İkiz Tepeler”in “ölü kadın
kahraman”ı Laura Palmer, dizinin yaratıcısı olan ünlü yönetmen David Lynch
tarafından, vahşi bir cinayete kurban gitmeden önceki son 7 günüyle
beyazperdeye getirildi ve yine “heyecan”la karşılandı.
Ülkemizde
“Fil Adam”, “Mavi Kadife”, “Vahşi Duygular” gibi “sıra dışı” filmleriyle
tanınan ve kimileri tarafından “sinemanın Salvodor Dali’si” diye anılan David
Lynch, hakkında yürütülen, “çılgın”, “tuhaf” gibi sıfatlarla yüklü “efsane”ye
leke sürdürmemeye kararlı görünüyor.
Önceki
filmlerinde görülen “ürkütücü, tiksindirici, sert ve sarsıcı” atmosfer, belli
bir “içtenlik” ve dünyaya yönelik bir “sahicilik” taşıyordu. Ama bu kez,
“entelektüel” değil, “entel” bir bakışı var yönetmenin. İyi cilalanmış bir
yavanlık örneği!
Film,
sanki karmaşık, sanki derin! Oysa, yüzeyde görülen bütün “biçimci” çaba, kolay
bir “tavlama” yöntemi olan bütün “özgünlük” halesi, altta yatan bildik ve basit
öyküyü, “ilk bakışta sakin ve kendi halinde görülen tipik Amerikan kasabasında,
içten içe yaşanan vahşi ve yozlaşmış dünya” temasını, “’iyi” bir filme
dönüştüremiyor.
“Avaz
avaz” simgeler, marazi ve garip tipler, kırmızı ağırlıklı renk yapısı, Lynch’in
“sinemacı kumaşı”nı kanıtlayan görsel kalitesi ve “parıltılı” oyuncu kadrosu,
her şey, ama her şey biraz “iğreti”, biraz “yapay” duruyor, bilinen David Lynch
özelliklerinin bu kez ifrada vardığı ve “parlak bir gösteri” olarak pazara
sunulduğu film, “sıkıcı” olmaktan öteye gidemiyor…
Twin
Peaks: Fire Walk With Me (İkiz Tepeler: Ateş Benimle Yürür)
Y: David Lynch, S: David
Lynch, Robert Engels, G: Ronald Victor Garcia, YT: Patricia Norris, M: Angelo
Badalamenti, K: Mary Sweeney, O: Sheryl Lee, Ray Wise, Madchen Amick, Dana
Ashbrook, David Bowie, Miguel Ferrer, Pamela Gidley, Heather Graham, Chris
Isaak, Moira Kelly, Jürgen Prochnow, Harry Dean Stanton, Kiefer Sutherland, Grace
Zabriskie, Kyle MacLachlan. 1992.
Wild at Heart (Vahşi Duygular)
Sarsıcı
bir yönetmenin seks ve şiddet masalı
Cannes
Şenliği’nde en iyi film ödülünü, yuhalamalar ve alkışlarla karışık alan Vahşi
Duygular, ülkemizde Fil Adam ve Mavi Kadife filmleriyle tanınan yönetmen David
Lynch’in en “aşırı” çalışması.
Bu
bakımdan, önceki filmlerinden de fazla ´´bıçak sırtında´´nda: İyi ile kötü
arasındaki ince sınır üzerinde duruyor…
Çünkü
Lynch, günümüzde birçok insanın taşıdığı korkularını ve tiksintilerini, sanatçı
duyarlılığı ve becerisiyle perdeye aktarmış. Çevremizde gördüğümüz,
görebileceğimiz ne kadar çirkinlik, kötülük, iğrençlik ve çürümüşlük varsa, bu
filme toplamış sanki. Böylece, insanı rahatsız eden, sarsıcı ve sorgulatıcı bir
bütün çıkarmış ortaya. Tepki duyacaksak, filme değil, bu filmi yaptıran dünyaya
duymalıyız!..
Öykü
son derece basit: Kendisine bıçak çeken bir adamı öldürdüğü için girdiği
hapishaneden çıkan genç Sailor, sevgilisi Lula ile yeniden buluşuyor ve ilişkilerini
engellemeye çalışan “kötü anne” Marietta ile onun peşlerine taktığı dedektif ve
katilden kaçmak için, Amerika’nın derinliklerine doğru yola düşüyorlar
arabayla. Bu yolculuk boyunca, serseriler, katiller, fahişeler, porno filmciler,
trafik kazaları, cinayetlerle dolu bir dünyayla karşılaşacaklardır…
David
Lynch, sinema estetiğine çok hakim, belli bir görsel tarza sahip bir yönetmen.
Bu yüzden, filmdeki tüm “aşırılık”lar, “sertlik”ler, alabildiğine etkili
oluyor: Müzik, kamera ve kurgu baş döndürücü, oyunculuklar ise, filmin
mantığına çok uygun bir abartıyla ortaya konulmuş ve ustaca…
Daha
ilk görüntüyle, çok yakın çekilmiş bir kibrit aleviyle, Lynch bunun abartılmış
bir öykü olacağını belli ediyor. Ve iki saat boyunca, tüm karakterlerin, tüm
olayların, tüm görüntülerin en uç noktalarda sergilendiği bir film
izliyorsunuz. Ama tüm bunlar, her an var olan gerçekler aslında. Lynch, yaşanan
şiddeti ve tehlikeyi alıp önümüze koyuyor, yalnızca abartıyla yoğurarak…
Tam
bu noktada, filmin barındırdığı ikilem çıkıyor karşımıza: İlk olarak, bu
abartı, bu aşırılık, izleyen üzerindeki etkiyi zedeleyebilir, “yok canım, böyle
şey olmaz” duygusuna götürebilir. İkincisi ve daha önemlisi, bunca aşırı şiddet
unsuru, sonunda izleyeni şiddete alıştırabilir! Ki, filmi izlediğim seansta,
seyircilerin büyük kısmı, dağılan beyinlere, kopan ellere, uçan kafalara,
yerlere saçılan kanlara, kahkahayla karşılık veriyordu. Bu garip tepkide, Vahşi
Duygular gibi, bolca şiddet görüntüleri içeren filmlerin payı olduğu reddedilebilir
mi? Yine de, aynı görüntülere kahkahalarla gülenlerin yanı sıra, benim gibi
midesi bulanan ve siniri bozulanlar da olduğuna göre, bu bir bilinç sorunudur:
Her sanat eseri gibi, Vahşi Duygular’ın da son niteliğini belirleyecek olan,
seyircinin ta kendisidir.
Aynı
tehlike, filmde büyük ağırlık taşıyan cinsellik için de geçerlidir örneğin.
Birçok kişi, cüretli sevişme sahnelerinden, bir seks filmi izlenimi alabilir.
Ama, Lynch’in bu konuya verdiği önem, cinselliği, “hayatın yaşamaya değer
olduğuna dair bir sinyal” gibi görmesindedir. Oysa cinsellik de, şiddeti
barındırmaktadır Lynch’in filmlerinde; şehvetten zorbalığa uzanan bir çizgide.
Her konuda olduğu gibi, ateş vardır yine: Sailor ve Lula, bu çekilmez dünyada,
birbirlerini delice sevmekte, bu sevgiyi, belki de onca şiddetin arasında,
yalnızca cinsellikle yaşayabilmektedir. Durmadan sevişir, tehlikelere
duydukları tepkiyi, rock müziği eşliğinde tepinerek dışavurular…
Belki
de, tek başına Elvis Presley taklidi, filmin tüm temasını ortaya seriyor: Bir
adamın kafasını yerlere vurarak beynini dağıtan Sailor, şimdi yumuşak, sevecen
bir adamdır ve sevdiği kadına romantik bir şarkı söylemektedir. O, hem
duygusallığı, hem de sertliği barındırmaktadır kendisinde, ve şarkısını
dinleyen kadınların hayran çığlıklarla, isterik bağırışlarla verdiği karşılık,
yaydığı kültürün güçlü kanıtıdır…
Tıpkı,
şiddet görüntülerine gülenler gibi…Tıpkı, insanların cıvıl cıvıl, mutlulukla
dolaştığı bir caddeden geçip, köşeyi döndüğünüzde, vahşi bir cinayete tanık
olabileceğiniz bu dünya gibi…Tıpkı, yaşam coşkusuyla evinize dönerken, sizi
soymak için karşınıza çıkan biri tarafından bıçaklanabileceğiniz bu dünya gibi…
Herşeyin iki yüzü var. Her türlü kötülüğü ve çirkinliği filmine taşıyan,
alabildiğine karamsar görünen Lynch’in sinemasının bile: Onca rahatsız edici
sahnelerden sonra, ulaşılan “mutlu son” gibi…
Yine
aynı yerdeyiz işte: Dünya, ikilemlerin dünyası!..
Evet,
Lynch’in dediği gibi bir “peri masalı”
belki de Vahşi Duygular, ama bu korkutucu dünyada mümkün olabilecek bir
peri masalı…
Wild
at Heart (Vahşi Duygular)
Y:
David Lynch, S: Barry Gifford’ın romanından David Lynch, G: Frederick Elmes,
YT: Patricia Norris, K: Duwayne Dunham, M: Angelo Badalamenti, O: Nicolas Cage,
Laura Dern, Willem Dafoe, Diane Ladd, Harry Dean Stanton, Isabella Rossellini,
Grace Zabriskie, Sherilyn Fenn. William Morgan Shepard. 1990.
Blue Velvet (Mavi Kadife)
Konusu değil, dili fantastik...
Liseli
bir genç. Kesik bir kulak. Polis. Araştırma. Seksi bir şarkıcı. Sado-mazohizm.
İlk cinsel deneyim. Uyuşturucu satışları. Dehşet. Aşk. Cinayet…
Özünde
çok basit bir polisiye öyküsü var Mavi Kadife’nin. Ama film, konusundan çok,
sinemasal niteliğiyle öne çıkıyor.
Türkiye’de
de gösterildiği sıralarda büyük ilgi çeken Film Adam filminin yönetmeni David
Lynch’in bu çalışması, seyirci için büyük bir referans olacak kadar bol ödüle
sahip: 1987 Avoriaz Fanstastik Filmler Şenliği en iyi film, Los Angeles ve
Boston Film Eleştirmenleri en iyi film, Los Angeles ve Boston Film
Eleştirmenleri en iyi yönetmen ve en iyi film ödülleri; ayrıca birçok listede
üst sıralar…
Mavi
Kadife’de Lynch, konusu ile değil, örgüsü ve sinema dili ile “fantastik” bir
film çıkarıyor ortaya (Avoriaz’da birincilik aldığında, filmin “yeterince
fantastik” olmadığını öne sürerek ödülü eleştirenler olmuştu).
Düz
bir polisiye öykü, fantastik filmlere özgü bir ayrıntı zenginliği, kamera-ışık
kullanımı ile müthiş bir atmosfere ulaşıyor.
Ingrid
Bergman ile Robert Rosselini’nin kızları Isabella Rosselini’nin cinsel
çekiciliği ve doruk noktalarında çok iyi kullanılmış slow-motion tekniğiyle,
estetize edilmiş bir sado-mazohizm de var Mavi Kadife’de…
Polisiyeden
psikolojiye uzanan, çok düzeyli bir sinema gösterisi anlayacağınız…
Blue
Velvet (Mavi Kadife)
Y:
David Lynch, S: David Lynch, G: Frederick Elmes, YT: Patricia Norris, K:
Duwayne Dunham, M: Angelo Badalamenti, O: Kyle MacLachlan, Isabella Rosselini,
Dennis Hopper, Laura Dern, Hope Lange, Dean Stockwell, Brad Dourif, Selden
Smith. 1986.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)