22 Aralık 2019 Pazar

David Lynch


David Lynch’in dikkate değer diğer filmleri: The Elephant Man (1980), The Straight Story (1999)…

Lost Highway (Kayıp Otoban)


Kayıp otoban







“Mavi Kadife”, “Vahşi Duygular” ve “İkiz Tepeler”in yönetmeni David Lynch, yine kapalı kutu, alabildiğine karmaşık, iyice anlaşılmaz bir film yapmış.

Anlatmaya değil çağrıştırmaya, göstermeye değil sezdirmeye çalıştığı söylenebilir, ama kısaca, hikayesini değil imajlarını önemseyen bir yönetmenle karşı karşıya olduğumuz kesin.



“Postmodern” bir sinema tarzı tutturduğu, kendine özgü karanlık ve karamsar bir atmosfer kurduğu söylenen Lynch’in, kişileri ve olayları “olağandışı” , ama asıl önemlisi görsel dünyası olağanüstü.



Belki de “Kayıp Otoban”, müthiş bir görsel tasarım yeteneğinin, kamera-ışık-dekor-kostüm çalışması ile beyazperdeye yansıttığı görüntülere zevkle ve heyecanla bakmak için seyredilebilir.

Ama ne yazık ki hepsi bu galiba…



Lost Highway (Kayıp Otoban)
Y: David Lynch, S: David Lynch, Barry Gifford, G: Peter Deming, YT: Patricia Norris, SY: Russell Smith, K: Mary Sweeney, M: Angelo Badalamenti, O: Bill Pullman, Patricia Arquette, John Roselius, Louis Eppolito, Jenna Maetlind. 1997.

Twin Peaks: Fire Walk With Me (İkiz Tepeler: Ateş Benimle Yürür)

“Gibi” yapan bir film!





  
Bütün dünyada yankılar yaratan televizyon dizisi “İkiz Tepeler”in “ölü kadın kahraman”ı Laura Palmer, dizinin yaratıcısı olan ünlü yönetmen David Lynch tarafından, vahşi bir cinayete kurban gitmeden önceki son 7 günüyle beyazperdeye getirildi ve yine “heyecan”la karşılandı.

Ülkemizde “Fil Adam”, “Mavi Kadife”, “Vahşi Duygular” gibi “sıra dışı” filmleriyle tanınan ve kimileri tarafından “sinemanın Salvodor Dali’si” diye anılan David Lynch, hakkında yürütülen, “çılgın”, “tuhaf” gibi sıfatlarla yüklü “efsane”ye leke sürdürmemeye kararlı görünüyor.



Önceki filmlerinde görülen “ürkütücü, tiksindirici, sert ve sarsıcı” atmosfer, belli bir “içtenlik” ve dünyaya yönelik bir “sahicilik” taşıyordu. Ama bu kez, “entelektüel” değil, “entel” bir bakışı var yönetmenin. İyi cilalanmış bir yavanlık örneği!

Film, sanki karmaşık, sanki derin! Oysa, yüzeyde görülen bütün “biçimci” çaba, kolay bir “tavlama” yöntemi olan bütün “özgünlük” halesi, altta yatan bildik ve basit öyküyü, “ilk bakışta sakin ve kendi halinde görülen tipik Amerikan kasabasında, içten içe yaşanan vahşi ve yozlaşmış dünya” temasını, “’iyi” bir filme dönüştüremiyor.



“Avaz avaz” simgeler, marazi ve garip tipler, kırmızı ağırlıklı renk yapısı, Lynch’in “sinemacı kumaşı”nı kanıtlayan görsel kalitesi ve “parıltılı” oyuncu kadrosu, her şey, ama her şey biraz “iğreti”, biraz “yapay” duruyor, bilinen David Lynch özelliklerinin bu kez ifrada vardığı ve “parlak bir gösteri” olarak pazara sunulduğu film, “sıkıcı” olmaktan öteye gidemiyor…



Twin Peaks: Fire Walk With Me (İkiz Tepeler: Ateş Benimle Yürür)
Y: David Lynch, S: David Lynch, Robert Engels, G: Ronald Victor Garcia, YT: Patricia Norris, M: Angelo Badalamenti, K: Mary Sweeney, O: Sheryl Lee, Ray Wise, Madchen Amick, Dana Ashbrook, David Bowie, Miguel Ferrer, Pamela Gidley, Heather Graham, Chris Isaak, Moira Kelly, Jürgen Prochnow, Harry Dean Stanton, Kiefer Sutherland, Grace Zabriskie, Kyle MacLachlan. 1992.

Wild at Heart (Vahşi Duygular)


Sarsıcı bir yönetmenin seks ve şiddet masalı





Cannes Şenliği’nde en iyi film ödülünü, yuhalamalar ve alkışlarla karışık alan Vahşi Duygular, ülkemizde Fil Adam ve Mavi Kadife filmleriyle tanınan yönetmen David Lynch’in en “aşırı” çalışması.

Bu bakımdan, önceki filmlerinden de fazla ´´bıçak sırtında´´nda: İyi ile kötü arasındaki ince sınır üzerinde duruyor…

Çünkü Lynch, günümüzde birçok insanın taşıdığı korkularını ve tiksintilerini, sanatçı duyarlılığı ve becerisiyle perdeye aktarmış. Çevremizde gördüğümüz, görebileceğimiz ne kadar çirkinlik, kötülük, iğrençlik ve çürümüşlük varsa, bu filme toplamış sanki. Böylece, insanı rahatsız eden, sarsıcı ve sorgulatıcı bir bütün çıkarmış ortaya. Tepki duyacaksak, filme değil, bu filmi yaptıran dünyaya duymalıyız!..



Öykü son derece basit: Kendisine bıçak çeken bir adamı öldürdüğü için girdiği hapishaneden çıkan genç Sailor, sevgilisi Lula ile yeniden buluşuyor ve ilişkilerini engellemeye çalışan “kötü anne” Marietta ile onun peşlerine taktığı dedektif ve katilden kaçmak için, Amerika’nın derinliklerine doğru yola düşüyorlar arabayla. Bu yolculuk boyunca, serseriler, katiller, fahişeler, porno filmciler, trafik kazaları, cinayetlerle dolu bir dünyayla karşılaşacaklardır…



David Lynch, sinema estetiğine çok hakim, belli bir görsel tarza sahip bir yönetmen. Bu yüzden, filmdeki tüm “aşırılık”lar, “sertlik”ler, alabildiğine etkili oluyor: Müzik, kamera ve kurgu baş döndürücü, oyunculuklar ise, filmin mantığına çok uygun bir abartıyla ortaya konulmuş ve ustaca…

Daha ilk görüntüyle, çok yakın çekilmiş bir kibrit aleviyle, Lynch bunun abartılmış bir öykü olacağını belli ediyor. Ve iki saat boyunca, tüm karakterlerin, tüm olayların, tüm görüntülerin en uç noktalarda sergilendiği bir film izliyorsunuz. Ama tüm bunlar, her an var olan gerçekler aslında. Lynch, yaşanan şiddeti ve tehlikeyi alıp önümüze koyuyor, yalnızca abartıyla yoğurarak…



Tam bu noktada, filmin barındırdığı ikilem çıkıyor karşımıza: İlk olarak, bu abartı, bu aşırılık, izleyen üzerindeki etkiyi zedeleyebilir, “yok canım, böyle şey olmaz” duygusuna götürebilir. İkincisi ve daha önemlisi, bunca aşırı şiddet unsuru, sonunda izleyeni şiddete alıştırabilir! Ki, filmi izlediğim seansta, seyircilerin büyük kısmı, dağılan beyinlere, kopan ellere, uçan kafalara, yerlere saçılan kanlara, kahkahayla karşılık veriyordu. Bu garip tepkide, Vahşi Duygular gibi, bolca şiddet görüntüleri içeren filmlerin payı olduğu reddedilebilir mi? Yine de, aynı görüntülere kahkahalarla gülenlerin yanı sıra, benim gibi midesi bulanan ve siniri bozulanlar da olduğuna göre, bu bir bilinç sorunudur: Her sanat eseri gibi, Vahşi Duygular’ın da son niteliğini belirleyecek olan, seyircinin ta kendisidir.



Aynı tehlike, filmde büyük ağırlık taşıyan cinsellik için de geçerlidir örneğin. Birçok kişi, cüretli sevişme sahnelerinden, bir seks filmi izlenimi alabilir. Ama, Lynch’in bu konuya verdiği önem, cinselliği, “hayatın yaşamaya değer olduğuna dair bir sinyal” gibi görmesindedir. Oysa cinsellik de, şiddeti barındırmaktadır Lynch’in filmlerinde; şehvetten zorbalığa uzanan bir çizgide. Her konuda olduğu gibi, ateş vardır yine: Sailor ve Lula, bu çekilmez dünyada, birbirlerini delice sevmekte, bu sevgiyi, belki de onca şiddetin arasında, yalnızca cinsellikle yaşayabilmektedir. Durmadan sevişir, tehlikelere duydukları tepkiyi, rock müziği eşliğinde tepinerek dışavurular…



Belki de, tek başına Elvis Presley taklidi, filmin tüm temasını ortaya seriyor: Bir adamın kafasını yerlere vurarak beynini dağıtan Sailor, şimdi yumuşak, sevecen bir adamdır ve sevdiği kadına romantik bir şarkı söylemektedir. O, hem duygusallığı, hem de sertliği barındırmaktadır kendisinde, ve şarkısını dinleyen kadınların hayran çığlıklarla, isterik bağırışlarla verdiği karşılık, yaydığı kültürün güçlü kanıtıdır…

Tıpkı, şiddet görüntülerine gülenler gibi…Tıpkı, insanların cıvıl cıvıl, mutlulukla dolaştığı bir caddeden geçip, köşeyi döndüğünüzde, vahşi bir cinayete tanık olabileceğiniz bu dünya gibi…Tıpkı, yaşam coşkusuyla evinize dönerken, sizi soymak için karşınıza çıkan biri tarafından bıçaklanabileceğiniz bu dünya gibi… Herşeyin iki yüzü var. Her türlü kötülüğü ve çirkinliği filmine taşıyan, alabildiğine karamsar görünen Lynch’in sinemasının bile: Onca rahatsız edici sahnelerden sonra, ulaşılan “mutlu son” gibi…

Yine aynı yerdeyiz işte: Dünya, ikilemlerin dünyası!..

Evet, Lynch’in dediği gibi bir “peri masalı”  belki de Vahşi Duygular, ama bu korkutucu dünyada mümkün olabilecek bir peri masalı…



Wild at Heart (Vahşi Duygular)
Y: David Lynch, S: Barry Gifford’ın romanından David Lynch, G: Frederick Elmes, YT: Patricia Norris, K: Duwayne Dunham, M: Angelo Badalamenti, O: Nicolas Cage, Laura Dern, Willem Dafoe, Diane Ladd, Harry Dean Stanton, Isabella Rossellini, Grace Zabriskie, Sherilyn Fenn. William Morgan Shepard. 1990.

Blue Velvet (Mavi Kadife)


Konusu değil, dili fantastik...




Liseli bir genç. Kesik bir kulak. Polis. Araştırma. Seksi bir şarkıcı. Sado-mazohizm. İlk cinsel deneyim. Uyuşturucu satışları. Dehşet. Aşk. Cinayet…

Özünde çok basit bir polisiye öyküsü var Mavi Kadife’nin. Ama film, konusundan çok, sinemasal niteliğiyle öne çıkıyor.



Türkiye’de de gösterildiği sıralarda büyük ilgi çeken Film Adam filminin yönetmeni David Lynch’in bu çalışması, seyirci için büyük bir referans olacak kadar bol ödüle sahip: 1987 Avoriaz Fanstastik Filmler Şenliği en iyi film, Los Angeles ve Boston Film Eleştirmenleri en iyi film, Los Angeles ve Boston Film Eleştirmenleri en iyi yönetmen ve en iyi film ödülleri; ayrıca birçok listede üst sıralar…









Mavi Kadife’de Lynch, konusu ile değil, örgüsü ve sinema dili ile “fantastik” bir film çıkarıyor ortaya (Avoriaz’da birincilik aldığında, filmin “yeterince fantastik” olmadığını öne sürerek ödülü eleştirenler olmuştu).

Düz bir polisiye öykü, fantastik filmlere özgü bir ayrıntı zenginliği, kamera-ışık kullanımı ile müthiş bir atmosfere ulaşıyor.



Ingrid Bergman ile Robert Rosselini’nin kızları Isabella Rosselini’nin cinsel çekiciliği ve doruk noktalarında çok iyi kullanılmış slow-motion tekniğiyle, estetize edilmiş bir sado-mazohizm de var Mavi Kadife’de…

Polisiyeden psikolojiye uzanan, çok düzeyli bir sinema gösterisi anlayacağınız…




Blue Velvet (Mavi Kadife)
Y: David Lynch, S: David Lynch, G: Frederick Elmes, YT: Patricia Norris, K: Duwayne Dunham, M: Angelo Badalamenti, O: Kyle MacLachlan, Isabella Rosselini, Dennis Hopper, Laura Dern, Hope Lange, Dean Stockwell, Brad Dourif, Selden Smith. 1986.