26 Ocak 2015 Pazartesi

St. Vincent


Benim Komşum Bir Melek

Brooklyn’e yeni taşınan bekar anne Maggie, hastanedeki uzun mesai saatleri yüzünden, 12 yaşındaki oğlu Oliver’ı, para karşılığı huysuz komşu Vincent’a emanet eder. Alkole ve kumara düşkünlüğüyle bilinen emekli Vincent, günler geçtikçe Oliver’la sıra dışı bir ilişki geliştirir, hatta onu striptiz barlar ya da at yarışları gibi günlük etkinliklerine dahil eder.

Thedore Melfi’nin senaryosunu yazıp yönetmenliğini yaptığı filmde Bill Murray, Jaeden Lieberher, Melissa McCarthy ve Naomi Watts oynuyor.
 

Açıkçası daha önce birçok örneği görülmüş bir film bu, huysuz yaşlı ile afacan çocuk arasındaki ilişki çok işlenmiştir sinemada, ama böyle filmleri bizim için güzel kılan ayrıntılardır, yüreğimize seslenen veya kahkaha attıran anlardır, işte tam böyle bir film bu, Bill Murray olağanüstü oynuyor, küçük oyuncu Jaeden Lieberher da, hatta kadın oyuncular da, Melissa McCarty ve Naomi Watts, onlar için yazılmış gibi görünen sahneleri müthiş bir biçimde dışa vuruyorlar, ama Murray’in kabalıktan incelik çıkarabilen bir gözle görüldüğünde değeri ortaya çıkan yaşlı Vincent oyunu çok özel, iyi yazılmış, iyi yönetilmiş, çok iyi bir film..

21 Ocak 2015 Çarşamba

Whiplash


Genç bir davul öğrencisi olan Andrew, zorlu bir konservatuar sınavına hazırlanırken, ünlü bir müzisyenden ders almaya karar verir. Başarısı kadar acımasızlığıyla da ün yapmış bir caz duayeni olan Terence Fletcher ise, ne pahasına olursa olsun kendisiyle çalışmak isteyen Andrew’un kendi sınırlarını sonuna kadar zorlamasına yol açar, ki bu sadece mesleki değil, psikolojik bir sınav anlamına gelecektir.

Damien Chazelle’in senaryosunu yazıp yönettiği filmde Miles Teller, J.K. Simmons, Melissa Benoist ve Paul Reiser oynuyor.

Duygusal olarak çok sarsıcı ve düşündürücü bir film bu öncelikle, bir adamın sınırlarının ötesine geçmesini, olağanüstü bir başarı sergilemesini isteyen biri nasıl öğretir ona, nasıl eğitir onu, acımasız bir sertlikle mi, yumuşak bir yol göstericilikle mi, yoksa bu ikisinin arası var mıdır, mümkün müdür, sorularını sorduran, biraz heyecanla biraz merakla seyredilen, genç yıldız Miles Teller ve usta oyuncu JK Simmons’ın muhteşem oynadıkları, ki Simmons zaten Altın Küre’de en iyi yardımcı oyuncu seçildi, yönetmenin de az mekanda hızlı kurgu ve bol yakın planla anlattığı nefis bir müzikli dram, Sundance festivalinde hem jüri hem seyirci ödüllerini alması da filmin herkesi etkilediğini kanıtlıyor zaten...

Big Hero 6


6 Süper Kahraman

Çok zeki bir robot tasarımcısı olan Hiro, yüksek teknolojili “San Fransokyo” şehrini yerle bir etmeyi amaçlayan bir suç örgütüyle karşı karşıya kalınca, ağabeyinin tasarladığı iri yarı robot Baymax’ın yardımıyla, bir gönüllüler ordusu oluşturur. Hiro'nun arkadaşları, macera bağımlısı Gogo Tamaga, düzenli ve sevimli Wasabi No-Ginger, kimya konusunda uzmanlaşmış Honey Lemon ve fanatik Fred de onlara yardım edecektir.

Jordan Roberts, Daniel Gerson ve Robert Baird’in yazdıkları senaryodan Don Hall ve Chris Williams’ın yönettiği film Türkçe dublajlı olarak gösteriliyor.
 
Disney olağanüstü yeteneklerle donanmış kahramanlara dayalı filmler yapmaz, bu da öyle değil aslında, olağanüstü aletlerle güç kazanan beş insan ve bir robot var burada, iki cinsten farklı ırklardan tiplerin sürüklediği hareketli bir macera, hem çocukların hem büyüklerin heyecan ve kahkahayla seyredebileceği harika bir çizgi film, yarıyıl tatili döneminde rahat rahat gidebilirsiniz yani..

14 Ocak 2015 Çarşamba

Feher Isten - Beyaz Tanrı


Anne babası ayrı yaşayan Lili’nin en yakın dostu köpeği Hagen'dir. Annesi yurtdışı seyahatine çıkınca, 13 yaşındaki Lili, Hagen ile babasının evine yerleşir. Ama Macaristan’da yeni çıkan bir yasa, melez köpek sahiplerine fazladan yükler getirdiği için, köpeği babası tarafından sokağa bırakılır. Lili onu bulmak için sokakları dolaşırken, hayatta kalma mücadelesi veren Hagen, insanların köpeklerin dostu olmadığını anlamış, diğer köpekleri örgütleyerek bir intikam savaşı başlatmıştır. Lili insanoğluyla köpekler arasındaki bu amansız savaşı durdurabilmeyi başaracak mıdır?

Viktorya Petrani ve Kata Veber’le birlikte yazdıkları senaryodan Kornel Mundruço’nün yönettiği filmde Zofya Psotta, Sandor Söter ve Lili Horvat oynuyor.

Uysal bir köpeğin azgın bir canavara dönüşmesi etrafında, güç ilişkilerinde her canlıya zarar verme gücüne haiz olanın sadece insan olduğunu, aynı zamanda kurbandan katil çıkarma yeteneği de olduğunu anlatıyor bu film, bunları anlatırken, iktidar, ayrımcılık, ötekileştirme, şiddet, tüketim ve bu türden birçok konuya değinen, elbette bunların karşısında hoşgörüye dayalı çözümlere de bakan, ama aynı zamanda köpekler ve insanlar arasındaki savaşı merkeze alan heyecanlı bir macera olarak perdeye yansıyan, duygularınızı harekete geçirerek düşünmenizi sağlamaya çalışan, köpeklerin müthiş bir biçimde kullanıldığı, görüntü ve müzik çalışmasından özel destek alan yönetmenin çok sağlam bir gerilim çıkardığı, yer yer çok vahşi saldırıları alabildiğine kanlı biçimde gösteren, tabii bu arada doğal olarak çocuklar için sakıncalı olabilecek görüntüler de içeren, ama yetişkinlerin kendisini ve çevresini gözden geçirmesi gerektiğini hatırlatan bir film bu...

Taken 3


Taken 3: Son Karşılaşma

Eski karısıyla yeniden beraber olma şansını, vahşice bir cinayetle kaybeden gizli casus Bryan Mills, tutuklanmak üzereyken yeniden kaçar. Hem FBI'ın hem CIA'in peşine düştüğü Mills, bir kez daha yeteneklerini kullanarak, gerçek katillerin peşine düşer. Ama kızını da sonuna kadar korumalıdır.

Luc Besson ve Robert Mark Kamen’ın yazdıkları senaryodan Olivier Megaton’un yönettiği filmde Liam Neeson, Maggie Grace, Famke Janssen, Forest Whitaker ve Dougray Scott oynuyor.
 
Liam Neeson, 2008’de çektiği 96 Saat, yani ilk Taken filminden beri aksiyon yıldızı muamelesi görüyor, çıkışını Schindler’in Listesi’yle yapmış bir oyuncu için kolay olmasa da, yıllar boyunca başarılı başarısız birçok filmde oynasa da, bu roller ona hakikaten yakışıyor, arada birkaç farklı aksiyon da çekti, ama İstanbul’da geçen ikinci Taken filminden sonra serinin son filmine geldi, hem senaryoda Luc Besson gibi, hem yönetmenlikte Olivier Megaton gibi, gayet parlak isimler var, onların imza attığı hızlı, gösterişli, patlaması, vuruşması, dövüşü, tantanası bol bir aksiyon, üstelik birkaç konuk oyuncuya kotarılmış birkaç vurucu sahne de bulunuyor, ki bunlar da filmi heyecanla ve keyifle seyredilecek bir macera yapıyor…

Çalsın Sazlar


Dalgacı, hayalci, hayatı hafife alan iki yakın dost, müdavimi oldukları çalgılı meyhanede şarkı söyleyen Yasemin adlı kadına aşık olurlar. Herkesin yüreğini hoplatan ama bir o kadar da dobra bir kadın olan Yasemin, iki erkeği, aşk ve dostluk kavramlarını sorgulayacakları bir maceraya sürükler.

Nesli Çölgeçen’in senaryosunu yazıp yönetmenliğini yaptığı filmde Belçim Bilgin, Caner Cindoruk, Engin Hepileri, Can Kolukısa, Devrim Yakut, Serhat Özcan, Deniz Özerman ve Nil Günal Çakıroğlu oynuyor.
 
Nesli Çölgeçen, ilk filmi Kardeşim Benim gayet olumlu karşılanan, sonra çektiği Züğürt Ağa ve Selamsız Bandosu’dan bugün bile, özellikle internet üzerinde büyük beğeniyle bahsedilen, ama ne yazık ki 1987’den beri çektiği filmlerin hiçbiri kayda değer bulunmayan bir yönetmenimiz, ama yine de geçmişine binaen her filmine bir umutla gideriz, belki artık en azından düzgün bir film çekmiştir diye, burada da üçlü bir romantik aşk hikayesi var, ama maalesef o kadar çok dağılıyor ve o kadar çok tekrara düşüyor ki, filmden kopuyorsunuz, merakınız kalmıyor, üstelik zamanlar arasında gidip gelmenin de tadı kaçıyor, üstelik buradaki yaşlılık makyajları biraz sakil duruyor, evet, hüzün ile neşe karışımı iyidir ama, yönetmen de oyuncular da ilgiyi yeniden toplayamıyor, bu film de eski filmlerin başarılı yönetmeninin olmamış işleri arasına giriyor...

Bana Masal Anlatma


Doğup büyüdüğü Suriçi semtinde yaşayan iyi kalpli ve çekingen dolmuş şoförü Rıza, mahallesinin gözbebeği bir delikanlıdır. Fakat doğru bildiği her şeyi, Ayperi ile tanışınca yeniden gözden geçirecektir. Zira, el attığı her şeyi güzelleştiren masal kahramanı tadında bir kızdır Ayperi. Onların ilişkisinde, biri kahraman olmak isterken, diğeri kahramanının peşindedir, mahallenin sakinleri de onların...

Burak Aksak’ın senaryosunu yazıp yönetmenliğini yaptığı filmde Fatih Artman, Hande Doğandemir, Devrim Yakut, Tarık Ünlüoğlu Cengiz Bozkurt, Erdal Tosun, Sadi Celil Cengiz, Cihan Ercan, Burcu Biricik, Ercan Yazgan, Ani İpekkaya, Gökçe Bahadır ve Gürkan Uygun oynuyor.
 
Burak Aksak adını ilk kez Leyla ile Mecnun dizisinin senaryo yazarı olarak duyduk, sonra özellikle internette bir efsane haline gelen bu dizinin ardından gelişenleri yazdığı kısa süreli Ben de Özledim geldi, ve şimdi de Leyla ile Mecnun tadında bir filmle karşımızda, doğrusu yönetmen olarak bir özelliği yok henüz, ama belki de yazdığı özgün şakaları oyuncular aracılığıyla en doğrudan aktaracak kişi o, nitekim bir başka efsane dizi olan Behçat Ç’nin çıkardığı oyunculardan Fatih Antman’ın çok başarılı olduğunu, ama özellikle çevresindeki büyük küçük herkesin filme müthiş katkıda bulunduğunu söylemek gerek, velhasıl genel geçer komedilerin hayli çok olduğu ülkemizde onlara pek benzemeyen parıltılı bir komedi filmi bu…

9 Ocak 2015 Cuma

Before I Go to Sleep

Uyuyana Kadar

Christine, her sabah uyandığında, yanında yatan adamın kim olduğunu bilmez, aynaya bakar, kendini 27 sanırken, 40 yaşında olduğunu fark eder, duvardaki fotoğraflarda içerdeki adamın kocası olduğu yazar. Yaşadığı bir kaza yüzünden çok ağır bir travma sonrası stres geçiren kadının, her sabah hafızası yeniden kurulur. Aynı zamanda her sabah bir doktor tarafından aranıp yardım teklif edilen Christine, başına gelenleri çözmeye çalışırken, sonunda korkunç gerçeklerle yüzleşecektir. S.J. Watson’ın romanından uyarladığı senaryodan Roland Joffe’un yönetmenliğini yaptığı filmde Nicole Kidman, Colin Firth ve Mark Strong oynuyor.
 
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, Nicole Kidman epeyce yaş almış artık, ama tabii ki hala güzel ve tabii ki çok yetenekli, yanındaki iki oyuncu da, Colin Firth ve Mark Strong da onunla çok uyumlu oyunlar çıkarıyor, gelgelelim oyuncular kendini kurtarsa da filmin kendine faydası olmuyor, çok ağır ilerleyen, soru işaretleriyle uzun süre kalan, habire vakit öldüren, en baştan tahmin ettiğiniz şey sonunda “bak ne biçim sürpriz yaptım” arsızlığıyla ortaya sürülen, olmamış bir film…

4 Ocak 2015 Pazar

Deux Jours, Une Nuit

İki Gün ve Bir Gece

Maddi anlamda ailesiyle zor geçinirken işini kaybetme tehlikesiyle de karşı karşıya kalan Sandra, ya işten çıkarılacak, ya da çalışanlar ikramiyelerden vazgeçeceklerdir. Çalışanlar oylarını ikramiyelerinden yana kullanırlar. Sandra patronu tekrar oylama yapmaya ikna eder. Ama önünde sadece iki gün vardır. Çalışma arkadaşlarının ikramiyelerinden vazgeçip onun işte kalmasından yana oy kullanmaları için tek tek ikna etmek durumundadır.

Kendi yazdıkları senaryodan Jean-Pierre ve Luc Dardene kardeşlerin yönetmenliğini yaptığı filmde Marion Cotillard, Fabrizio Rongione ve Catherina Salee oynuyor.
 
Dardene kardeşler Fransa’nın çıkardığı en sağlam yönetmenlerden, 1996’dan beri çektikleri altı film de uluslararası başarı kazanmış, ama daha önemlisi seyreden herkesi, farklı, ayrıntılı, biraz ağır, ama tıkır tıkır işleyen tarzlarıyla anlattıkları hikayeleri inandırıcı biçimde aktararak etkilemişlerdir, burada bir kadının tek tek iş arkadaşlarını ziyaret ederek ikna etmeye çalışması gibi, çok basit ama aynı zamanda sürüklemesi çok zor bir hikayeyi, yine bildik tarzlarının gücüyle anlatıyorlar, bir de Kaldırım Serçesi filmiyle çıkış yapan Marion Cotillard muhteşem oyunculuğuyla karşımıza gelerek o kadının peşinden sürüklüyor seyirciyi, değişik, seyretmesi kimi zaman zor, ama ilginç bir film.

White Bird in a Blizzard

Karda Beyaz Bir Kuş

17 yaşındaki Kat Connor, babasını sevmemesine rağmen evde kalmaya devam eden annesinin, beklenmedik bir anda, ardında hiçbir iz bırakmadan, esrarengiz şekilde kaybolması üzerine, onsuz bir hayatı çabucak kabullenir. Bir türlü yıldızının barışmadığı annesinin yokluğu Kat'i büyük bir rahatlığa iter. Artık istediğini yapabildiği bir düzene kavuşmuştur. Ne var ki bu vedanın nedenlerini ve sonuçlarını tek başına keşfetmek zorunda kalacaktır.

Laura Kasischke’nın romanından kendisinin uyarladığı senaryodan Gregg Araki’nin yönetmenliğini yaptığı filmin başlıca rollerinde Shailene Woodley, Christopher Meloni, Eva Green, Shiloh Fernandez, Gabourey Sidibe ve Thomas Jane oynuyor.

 
Amerikan bağımsız sineması temsilcilerinden Gregg Araki, açıkçası melodram ile gerilim arasında kurmaya çalışsa da sonunda gençlik filmi kıvamında kalan, bazı bölümleri Amerikan Güzeli’ni akla getiren, bazı bölümleri bir genç kızın cinsellik merkezli sorunlarına, bazı bölümleri annenin sıkıntılarına odaklanan, çok ağır ilerleyen, çok fazla tökezleyen bir film çekmiş, Shailene Woodley yine iyi, Christopher Meloni fena değil, Eva Green bayağı karikatür, diğerleri eh işte, görüntü çalışması güzel, finale kadar herkes açısından beklenen şeyin gerçek olsa da ters yüz ederek seyirciyi şaşırttığı söylenebilir, ama o kadar...

Jimmy's Hall

Özgürlük Dansı

On yıl önce Amerika’ya göç etmiş Jimmy, annesine bakmak üzere memleketi İrlanda’ya geri döner. İç savaşın ardından yeni hükümetin çiftçilere, işçilere ve gençlere umut olduğu İrlanda’da, Jimmy de insanların özgürce dans etmeleri, müzik, sanat ve edebiyatla iç içe yaşamaları için eski günlerdeki gibi ünlü halk salonunu yeniden açmaya karar verir. Ama Katolik Kilisesi ve ileri gelenler, bunu egemenliklerini sürdürmeleri için bir tehdit olarak görür.

Jimmy Garlton’ın gerçek yaşam öyküsünden yola çıkan Donal O’Kelly’nin oyunundan Paul Laverty’nin uyarladığı senaryodan Ken Loach’un yönettiği filmin başlıca rollerini Barry Ward, Simone Kirby, Andrew Scott ve Jim Norton oynuyor.
 
Bugüne dek birçok başarılı ve saygın filme imza atmış İngiliz yönetmen Ken Loach, son filminde çıtayı çok aşağılara çekmemiş, ama kendisinin çıktığı üst seviyelerde de değil, gerçek bir hayat hikayesini hızlı biçimde ve önemli anlarla anlatmak isterken, kimi zaman kalıplara düşmekten kurtulamamış, bazı şeyler seyirciye açıklama gereği duyulmadan anlatılmış, yarım kalan bir aşk hikayesi de eklenmiş bunca şeye, velhasıl bir özgürlük rüyasının manzaraları ve birkaç sahnedeki siyasal tartışmalar ilginç anlar sunuyor, ama Loach’un son filmi olduğu söyleniyorsa, açıkçası daha iyi bir veda gerekiyor ona…

The Captive

Kayıp Çocuk

Dokuz yaşındaki Cassandra babasının kamyonetinde beklerken kaçırılır, polis gerekli araştırmaları başlatır, babası Matthew da baş şüpheliler arasındadır. Aradan sekiz yıl geçer, Cassandra'dan hiçbir haber alınamaz, hayatta olup olmadığı da belirsizdir. Matthew, bu süreçte ailesi parçalansa da, tek başına kızının izini sürmekten de vazgeçmez.

David Fraser’la birlikte yazdıkları senaryodan Atom Egoyan’ın yönettiği filmin başlıca rollerini Ryan Reynolds, Scott Speedman, Rosario Dawson, Mireille Enos ve Kevin Durand oynuyor.
 
Açıkçası nerdeyse bütün Atom Egoyan filmlerinde olduğu gibi bir tür filmi olmaya sıvanıp o türe dahil olamayan bir film var karşımızda, polisiye olacaktır ama hareket yoktur, macera olacaktır ama hız yoktur, gerilim olacaktır ama seyirciyi gevşettikçe gevşetir, bu film de öyle işte, oyuncular ağır hareket ediyor, olaylar yavaş gelişiyor, şöyle söyleyeyim, son 5 dakikaya kadar filmin ihtiyaç duyduğu türden bir hareket görülmüyor, gerilimli ise hiç olmuyor, film boşuna çırpınıp duruyor...

The Cut

Kesik

Mardin'de eşi ve ikiz çocuklarıyla birlikte yaşayan demirci Nazaret, Birinci Dünya Savaşı'nın hüküm sürdüğü 1915 yılında bir gece, tüm Ermeni halkıyla birlikte sürgüne götürülür, bilmediği yerlere uzanan zorlu bir yolculuğa çıkar, bir şekilde hayatta kalmayı başarır, geçen zamana ve tüm bilinmezliklere rağmen de eşini ve çocuklarını aramaktan vazgeçmez.

Mardik Martin’le birlikte yazdığı senaryodan Fatih Akın’ın yönettiği filmde Tahar Rahim, Simon Abkarian, Makram Khoury, Hindi Zahra, Kevork Malikyan, Akın Gazi, Bartu Küçükçağlayan ve Lara Heller oynuyor…

Açıkçası şimdiye dek hiç politik bir film çekmiş, uzun destansı bir hikaye anlatmış değildir sinemada Türk kökenli Alman yönetmen Fatih Akın, doğal olarak merak ediyor insan, nerden çıktı bu Ermeni masalı diye, masal derken, tabii gerçekleri yansıttığı iddiasında, 1915’ten 1924’e uzanan bir Ermeni babanın yaşadıkları, Mardin’den Lübnan’a, Küba’dan Amerika’ya uzanan macerası, doğrusu filmin tümüyle gerçekleri yansıttığını söylemek mümkün değil, sinemasal açıdan da önceki filmlerine hiç benzemediğini, çok basit ve sakil kaldığını söylemeliyim, ama filmin asıl çıkmazı, yönetmenin neden böyle bir filmi ve neden şimdi çektiği sorusu, pir-ü pak Osmanlı Ermenileri içinde bir inci tanesi gibi kalan babanın yaşadıkları maalesef gerçekleri zorluyor, kim inanır, kim beğenir bilmem, ama benim açımdan ne inandırıcı ne beğenilir bir film bu…

Nightcrawler

Gece Vurgunu

Lou, kariyer peşinde hırslı bir gençtir, tesadüfen rastladığı muhabirlerden ilham alarak, geceleri şehirde yaşanan suç olaylarını, kazaları ve cinayetleri tüm açıklığıyla kameraya kaydeder ve kısa zamanda önde gelen televizyon kanallarından birinde gece muhabiri olarak işe girer. Suç habercisi olarak büyük bir çıkış yapabilmek için, yakaladığı hikâyeyi gayrı ahlaki, ama zekice planlarla yönlendiren Lou, doğru ve yanlış arasındaki çizginin giderek belirsizleştiğini ve bunun bedelini kendisinin ödeyeceğini fark etmez.

Dan Gilroy’un senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini yaptığı filmin başlıca rollerinde Jake Gyllenhall, Rene Russo, Bill Paxton, Ann Cusack ve Riz Ahmed oynuyor.
 

Açıkçası bugüne dek yazdığı senaryolar sıradan filmlere temel olan, ama ilk kez bu kadar sağlam bir medya taşlaması ve bu kadar hareketli bir kara film senaryosunu başarıyla çıkaran Dan Gilroy, yanına Robert Elswit gibi doğru bir görüntü yönetmeni de almış, dolayısıyla yönetmen olarak çok parlak bir ilk film yapmış, ama söylemek lazım ki, filmin oyuncusu Jake Gyllenhall unutulmaz bir performans sergiliyor, yaşayan bir adam getiriyor perdeye, geri kalan herkes de işini iyi yapmış, velhasıl çok sık bir film var karşımızda…

Karışık Kaset


14 yaşındayken, güzeller güzeli İrem'e deli gibi aşık olan Ulaş, babasının tavsiyesi üzerine, hissettiklerini bir karışık kaset hazırlayarak anlatmayı dener. Ama 20 yıl sonra geriye bakıldığında, hala arkadaş olsa da bir türlü birlikte olamamış Ulaş ve İrem neden ve nereye gittiklerini fark etmeseler de birbirlerine bağlıdır.
 
Türkiye'nin son 40 yılına damgasını vuran Türkçe pop şarkıları eşliğinde, Sezen Aksu’dan MazharFuatÖzkan'a, Erkin Koray’dan Mirkelam'a kadar. Uygar Şirin'in romanından uyarlayarak Mert Atalay'la birlikte senaryoyu yazan Tunç Şahin'in yönetmenliğini yaptığı filmin başlıca rollerinde Sarp Apak, Özge Özpirinçci, Bülent Emin Yarar ve Sevinç Erbulak oynuyor.

Hani bazen filmlerde öyle şarkılar duyarız ki, dalar gideriz, işte bu tam da öyle bir film, bazıları ağlatmış ya giülümsetmiş, kimi için eski hatıralar kimileri için yeni keşifler demek olan şarkıların peşinden 1990'lardan 2010'lara uzanan hayli gelgitli bir aşk hikayesi var, tabii bu yıllar boyunca ülke çok çok değişmiş ama bunu es geçen bir film bu, yine de iki sevimli insanı canlandıran iki yetenekli oyuncu var, hele Sarp Apak için söylemek lazım ki bugüne dek hiç kullanılmadığı biçimde dramatik bir rolü büyük başarıyla oynamış, diğer oyuncular da iyi, kamera arkası ekibi gayet sağlam, velhasıl gönül rahatlığıyla tavsiye edilebilir...

Comme un Chef

Şeflerin Savaşı

Jacky, 32 yaşında, gerçekten çok yetenekli bir aşçıdır, en büyük hayali de ünlü bir şef olmaktır, ekonomik durumu küçük mutfak işleri almasına yeter, buralarda da bir türlü tutunamaz. Ama ünlü bir şef olan Alexandre La Garde'la tanışan Jacky, ekonomik çıkmazdaki restoranın yönetim kurulu başkanıyla mücadelesinde ve inceleme için kendisini görmeye gelecek yetkililere sunulacak yeni bir şeyler bulmasında ona yardım edecektir.
 
Olivier Dazat'yla birlikte senaryoyu yazan Daniel Cohen'in yönemenliğini yaptığı filmin başlıca rollerinde Jean Reno, Michael Youn, Beatrice Agogue ve Julien Boisselier oynuyor.

Nasıl desem, biraz Luc Besson tadı var sanki bu yapımda, evet o yok yapımcılar arasında, ama izi var sanki, çünkü gayet ticari ama eli yüzü düzgün bir komedi, hatta bazı Luc Besson yapımlarında eksik olan bir hafifliğin de olduğu, birkaç duygusal dokunuş da olan, açılan her konunun nihayet bir sonuca ulaştığı, birinin kızıyla, birinin karısıyla olan meselelerini hallettiği, aralarda yemek, ama doymak değil bakmak ve tatmak için yapılan türden yemek işlerinin olduğu, ortalama olsa da iyi vakit geçirten bir komedi...

A Walk Among the Tombstones


Kanunun Ötesinde

Matt Scudder özel dedektiflik yapan eski bir New York polisidir. Karısı kaçırılıp öldürülen eroin kaçakçısı Kenny için katilleri bulmaya girişir ve kısa sürede, onun karısının da, kadınları korkunç işkencelerle öldüren iki kişilik bir cinayet şebekesinin kurbanı olduğunu keşfeder. Scudder, bu katilleri tekrar cinayet işlemeden durdurmaya çalışacaktır.

Lawrence Block’ın romanından uyarlayarak Scott Frankin senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini yaptığı filmin başlıca rollerini Liam Neeson, Dan Stevens, David Harbour ve Maurice Compte oynuyor.

Scott Frank, daha çok senaryo yazarı olarak biliniyor, hatta yazdıkları arasında Küçük Adam Tate ve Azınlık Raporu da var, daha önce de Gözcü adlı sıkı bir suç gerilimi çekmişti, bu filmi Lawrence Block'un bir romanından uyarlamış, devamı gelebilir yani, zaten film de hem anlatımı hem oyuncuları sayesinde gayet sağlam, ama hikaye derine inmiyor, çeşitlenmiyor, gelgelelim sonuçta fazla hızlı olmasa da, gerektiğinde heyecanı, gerektiğinde hareketi yerinde, Liam Neeson da sonunda kendine yakışan bir tip bulmuş, velhasıl film suç gerilimi olarak tavsiye edilebilir...

Unutursam Fısılda


Çağan Irmak bugüne dek yaptığı dokuz filmin üçüyle, yani Babam ve Oğlum, Issız Adam ve Dedemin İnsanları filmleriyle gişeleri epey hareketlendirmişti, bu da öyle bir film, hem dönemi yansıtması, kostümlerden müziklere o yılların havasını taşıması, hem bugünden geçmişe uzanan hikayesiyle getirdiği dramın vuruculuğu, filmi son dönemin en eli yüzü düzgün yapımı haline getiriyor, belki bir tek Mehmet Günsur’un yaşı sorun olabilir, ama o da dahil tüm oyuncuların, özellikle de Işıl Yücesoy ve Hümeyra’nın oyunculukları görülmeye değer, film de seyre…

What If


Ya Aşksa
 
Valla söylemek lazım ki, Harry Potter karakterinden sıyrılmak iyi olmuş bu kez Daniel Radcliffe için, zaten Zoe Kazan’la öyle bir ikili oluşturmuşlar ki, sıradan insanlar olarak çıkıyorlar perdeye, ve onların konuştukları ve yaşadıkları, romantik komedi denen türe yeni bir şey katmıyor, ama tazelik ve bir sevimlilik taşıyor, yönetmen de bu karakterleri olabildiğince sade biçimde sunmayı hedeflemiş, böylece ortaya oyuncuların keyifle oynadıkları tatlı bir film çıkmış…

Fury


Hiddet
 
Belki de en iyi olduğu alanda, yani sıcak insani dokunuşları da olan sağlam polisiyelerde, Acımasız Hayat ya da Tehlikeli Takip gibi filmlerde kalsa daha hayırlı olabilirdi senarist-yönetmen David Ayer için, oysa bu biraz eski moda, kaçınılmaz kalıpları olan bir alan, işte Brad Pitt ile Logan Lerman arasındaki baba-oğul benzeri ilişki sayesinde kendisine taze bir alan açan, ama gerisi kaçınılmaz olarak daha önceki örneklerini akla getiren, yine de oyuncuları parlak, duygusal soslu, çatışmaları çarpıcı, hareketli bir savaş filmi…

The Judge

Yargıç

İki büyük oyuncuyu karşı karşıya getiren, 83 yaşındaki Robert Duvall ve 49 yaşındaki Robert Downey Jr’ın baba oğul rollerinde ne kadar sağlam oyunculuklar çıkardıklarını, aniden durup bakmaktan kesintisiz bağırıp çağırmaya, her anında ince ince düşünülüp çalışılmış bir ustalık gösterisi yaptıklarını gösteriyor bu film öncelikle, tabii özellikle Vincent D'Onofrio'nun da adını anmak gerek, ayrıca senaryodan görüntüye, yönetmenden yardımcı oyunculara, herkesin üzerine düşeni müthiş biçimde yerine getirdiği, bir mahkeme hikayesinden ziyade bir baba-oğul hikayesi anlatan, çok iyi bir film bu…