25 Aralık 2014 Perşembe

Gone Girl

Kayıp Kız

David Fincher deyince akan sular durur, her bir filmi çok sağlamdır, özellikle Dövüş Kulübü’nin yeri ayrıdır benim için, ama bu film kimin imzasını taşırsa taşısın çok etkileyici bir polisiye gerilim, çok iyi bir senaryo, her anında sizi koltuğunuza yapıştırıp kendisini seyrettiren bir film, evlilik nedir nasıldır üstüne de, hayatı ve olayları değiştirip değiştiremeyeceğimizi de, kimin nasıl bir kişi olduğuna kolayca karar verip vermediğimizi de, yeniden yeniden düşünebilirsiniz, ama bütün bunları görüntüden kurgusuna, müziğinden oyuncularına, her birimin harika bir iş çıkardığı bir film seyrederek yaparsınız, ki özellikle karı-koca olarak nefis bir başarı sergileyen Ben Affleck ve Rosamund Pike ayrıca anılmalı, hepsini bir araya getirerek muhteşem biçimde anlatan bir David Fincher filmi bu, gidin görün derim…

Pek Yakında

 
Cem Yılmaz bir kez daha sinemanın türlerinden birine, GORA ya da Yahşi Batı gibi, bu kez de melodramlara bakıyor, hem filmin kendisinde, hem film içindeki filmde konunun özü bu, üstelik kurallara uygun bir dramatik iskelet var, iyi çekilmiş, iyi oynanmış, iyi kurgulanmış, kitabına uygun çatışmalar ve çözümler sergiliyor, bütün bunları da gerek sektör içi gerek başka sektörlere yönelik göndermelerle, isabet kaydeden şakalarla yapıyor, öyle ki Eşkıya göndermesi ya da Yılmaz Erdoğan şakası da, Teoman ya da Tarkan değinmeleri de güldürüyor, belki bir tek Mazhar Alanson ve Nurgül Yeşilçay’lı Herşey Çok Güzel Olacak şakası fazla kaçıyor, ama dövüş sahnelerinde efektler ya da canlı dublaj gibi şakalar da gayet güzel, yani eğlenceli bir Cem Yılmaz filmi bu, üstelik bu kez epey durmuş oturmuş Cem Yılmaz da var, onu da eklemek lazım...

Siccin

 
Bugüne kadar bir korku bir komedi sıralamasına uyan yönetmen Alper Mestçi, korkuya gelince yine cinler üzerine bir film çekmiş, aslına bakılırsa gayet eli yüzü düzgün, makyaj konusunda hayli başarılı, ama seyirciyi ille de korkutmak için bir takım ayrıntıları abartarak yerinden sıçrtmaya ve nerdeyse çığlık çığlığa müzik kullanımıyla germeye çalışması işleri bozuyor, senaryo da pek başarılı değil, üstelik en sonda açıklanan numara da zaten filmin başında ele verilmiş olduğundan bir anlamı yok, ama konusunu boş ver, gidip az biraz korkalım yeter derseniz, Türk usulü korku filmi işte...

The Equalizer

Adalet

Kendisini çok beğendiğim için, bir filmde Denzel Washington başroldeyse, benim için o film tamamdır, evet bazı filmleri kötü çıkmıştır, ama genellikle sağlam ve parlak işlerde oynar, bu da öyle, yönetmeni Antoine Fuqua da gayet tatmin edici bir imza zaten, bu film de Öldürme Arzusu ve Kirli Harry gibi yapımlarının izinden giderek bir seri olabilir, zaten yola çıktığı malzeme de bir televizyon dizisi, sonu da öyle bitiyor, ama bu bağımsız başlayıp biten bir film, bir tek kişilik adalet ordusu hikayesi, baştan sona çok şık çekilmiş ve kurgulanmış, çok iyi oynanmış, çok sıkı bir hareketli macera filmi…

The Fault in Our Stars

Aynı Yıldızın Altında

Yarın öbür gün büyük bir yıldız haline gelirse diye not düşelim, Shailene Woodley, 23 yaşında, televizyon yapımlarıyla işe başlamış, 2011’de ilk önemli sinema filmi Senden Bana Kalan’da George Clooney’nin büyük kızını oynamış, ardından 2013’te Spectacular Now ve bu yıl Uyumsuz gibi başarılı işler çekmiş, ve işte şimdi de bu filmle karşımızda, üstelik Uyumsuz filminde kardeşini oynayan 21 yaşındaki Ansel Elgort’la iki sevgiliyi canlandırıyorlar, ve söylemek lazım ki, çok başarılılar, öylesine ki, yönetmen Josh Boone, görüntüsünden yan rollerine, kurgusundan müziğine, çok iyi bir iş çıkarmış, ama filmi gerektiğinde de bu iki oyuncunun yeteneğine teslim etmiş, ve müthiş sonuç almış, kahkaha, tebessüm, hüzün, ağlama, bütün duygular geçiyor içinizden, ama kahkahaları koyverin, gözyaşınıza hükmedin istemiş yönetmen, sömürmemiş yani, ölçülü, olgun, ama bir o kadar da duygulu…

Kendime İyi Bak


Yeşim ve Emre bir süredir birlikte olan ve evlilik kararı alan genç bir çifttir. Düğünlerine bir hafta kalmıştır ve son hazırlıklar devam etmektedir. Emre davetiyelerini vermek için arkadaş grubuyla toplanır ve bu buluşmada eski sevgilisi Begüm’ün öldüğünü öğrenir. Beklenmedik bir anda Begüm’e dair hatıralarla kafası allak bullak olmaya başlayan Emre’nin Yeşim'le olan ilişkisi de bu durumdan olumsuz etkilenir. Emre şimdi düğününe bir hafta kala, nişanlısını ihmal ederken, kendisini aniden terk eden Begüm’ün yarım kalan hatıralarını tamamlamaya çalışır.

Bu romantik filminin yönetmenliğini Ruhi Yapıcı ve Serhan Arslan üstlenirken, oyuncu kadrosunda Aslı Tandoğan, Begüm Bingören ve Çağdaş Onur Öztürk gibi genç oyuncuların yer alıyor.

Öncelikle söylemem lazım ki, bu filmle ilgili saklanan bir tüyoyu verdim, yani eski sevgilinin öldüğünü söyledim, ama bu filmi yapanlar üzülmesin, çünkü filmde çok daha önemli sırlar var zaten, ama ayrıca filmin anlattıkları kadar nasıl anlattığı da önemli ve burada söylemem lazım ki uzun süredir Türk sinemasında göremediğimiz ölçüde “hayata benzeyen” bir film bu, hem oyuncuları, hem senaryosu, hem anlatımıyla gerçekten çok içten, çok sahici, çok bizden bir film çıkmış ortaya. Hayat kadar sıradan, hayat kadar sinirli, hayat kadar komik, hayat kadar hüzünlü bu insanlar, velhasıl hem yönetmenleri ve teknik ekibi hem de oyuncuları kutluyor ve bu filmin Türk sinemasında “gerçek gibi” film yapma eğiliminin yeniden başlamasına yol açmasını diliyorum…

The Grand Budapest Hotel

Büyük Budapeşte Oteli

1920’lerde, Avrupa’nın en seçkin mekanlarından biri olan Büyük Budapeşte Oteli’nin efsanevi kapı görevlisi Gustave H, otelin geç çalışanlarından Zero Mustafa ile çok yakın bir arkadaşlık kurar, ekonomik ve politik karışıklıkların yaşandığı bu dönemde onunla çok hassas sırlarını paylaşır. Bir süre sonra, servet değerindeki aile yadigarı bir Rönesans tablosu otelden çalınınca, iki arkadaş bu önemli suçun çözülmesi için mücadele vermeye başlar…

Usta yönetmen Wes Anderson’ın yönettiği bu tarihsel kara komedi filminin başrolünde Ralph Fiennes oynarken,  F. Murray Abraham, Edward Norton, Saoirse Ronan, Adrien Brody, Willem Dafoe, Jeff Goldblum, Jude Law, Tilda Swinton, Harvey Keitel, Tom Wilkinson, Bill Murray ve Owen Wilson gibi sayısız yıldızın yer aldığı bir kadroda ona eşlik ediyor…

Wes Anderson, Rushmore, Tenenbaum Ailesi, Steve Zizou ile Suda Yaşam gibi filmleriyle tanınan ve çok kalabalık olmasa da her filmine giden bir hayran kitlesi edinmiş bir yönetmendir. Ben onun hayran kitlesinden değilim, ama bu bugüne kadar en keyifle seyrettiğim filmi oldu. Daha önceki filmlerinde görülen karmaşa ve saçmalık kıvamı yine var, ama bu kez hem ortama hem de karakterlere çok iyi oturmuş, biraz eğlenceli biraz hüzünlü bir ton yakalanmış, film çok sağlam bir kara komedi, ya da absürd komedi olmuş. Ama bunda oyuncuların, özellikle de başroldeki Ralph Fiennes’ın müthiş yeteneği ve kendini alabildiğine komedinin sınır tanımazlığına bırakması da rol oynuyor. Ayrıca film boyunca kimi 5 kimi 10 dakika da olsa karşımıza çıkıveren yıldızların küçücük rollerde sergilediği lezzet de cabası. Velhasıl, bu benim gönül rahatlığıyla tavsiye edebileceğim bir Wes Anderson filmi…